Kaderimizi biz mi belirliyoruz yoksa önceden zaten belli olan bir hayatı mı yaşıyoruz?
Özgür irademizle yaptığımız seçimler mi belirliyor hayatımızın şeklini? Ya da acaba biz seçim yaptığımı zannederken, aslında bu da bize verilen yaşamın kurgusu mu?
Sahi nedir kader?
Yaşamımız mı? Başımıza gelenler mi? İyi günlerimiz mi yoksa kötü tecrübelerimiz mi?
Başarılarımız mı? Kazançlarımız mı? İflaslarımız mı? Sevdiklerimiz mi? Bizi sevmeyenler mi? Aşklarımız mı? Sevişmelerimiz mi?
Nedir? Yoksa hepsi mi?
Yaptığımız yanlış tercihleri ve sonrasındaki üzülmelerimizin sorumlusu olarak kaderi göstermek kolayımıza mı geliyor yoksa? Kader böyleymiş demekle bütün suçu kadere yükleyip işin içinden sıyrılmak hoşumuza mı gidiyor?
O yanlışları da biz bilerek isteyerek yapmıyor muyuz bazen? Denemesek, yapmasak içimizde uhde kalacağı için girmiyor muyuz dikenli yollara? Bazen bile bile lades demiyor muyuz?
Neye göre yanlış neye göre doğru peki? Kime göre?
Verdiğimiz bir kararın, çıktığımız bir yolun, hayatımıza dahil ettiğimiz bir insanın bizim için iyi veya kötü sonuçlara neden olduğunu ne zaman anlarız?
Onunla, o her neyse, işimiz bittiğinde! Olay bitip sonuca ulaştığı andaki duruma göre karar veririz iyi yada kötü olduğuna. Yaşamımıza kattığı değere, bizde bıraktığı hislere göre sonuca ulaşmaz mıyız?
Çok sevinerek başladığımız bir iş diyelim… Bin bir zorlu mülakatla girmeyi başardığımız bir şirketteki en iyi pozisyona sahip olduk. Tam da hayalimizdeki işe başladık diyelim. Her şey süper gidiyor… Çalışma ortamı harika, işini çok seviyorsun, müthiş para kazanıyorsun ve çok mutlusun…
Sonra bir gün bir şey oluyor pat diye her şey tepetaklak oluyor. İşini kaybediyorsun, belki suçlanıyorsun yok yere. Çevrendeki herkes senden vebalı gibi kaçıyor… Hatta iftiraya uğruyorsun… Ve üstelik bütün bunlarda senin zerre kadar suçun günahın da yok. Ama kalıveriyorsun işte öyle ortada sap gibi. Anlatamıyorsun derdini bir Allahın kuluna. Yapıştı mı alnına o kara leke, temizle bakalım temizleyebilirsen!
Kader mi bu? Bu mu kader?
Biriyle tanışıyorsun diyelim… Hiç aklında yokken ve hatta bununla ilgili büyük laflar etmişken pat diye evleniveriyorsun. Eteklerin zil çalıyor heyecandan. Tekil hayattan çoğul yaşama geçmenin adaptasyonunu atlatmaya çalışıyorsun acemice…
Eş olmak nedir, aile olmak nedir diye çabalarken aidiyet duygusu içinde yer edinmeye çalışıyorsun.
Uğraşıyorsun, didiniyorsun, kavga ediyorsun, seviyorsun, seviliyorsun, mutlu oluyorsun, mutsuz oluyorsun, ağlıyorsun, kahkahalar atıyorsun, düşünüyorsun…
Ancak hayat hep devam ediyor planlar yapmaya… Ya da zaten ezelden beri var olan planını işletmeye devam ediyor…
Sen oynuyorsun sadece önüne gelen spontane oyunları…
Yolun sağından gitseydim şöyle olurdu, solundan gitseydim böyle olurdu diye düşünüyorsun.
Onunla tanışmasaydım evlenmezdim yada o ilana başvurmasaydım o işe girmezdim demiyor muyuz?
Yoksa hayat tesadüflerden mi ibaret?
Tesadüf zannettiğimiz şey aslında yoksa! Biz onu masumca tesadüf diye adlandırıyorsak?
O gün o durakta beklerken tanıştığımız o kişinin, çöpe atacakken gözümüze çarpan gazete ilanının, son anda açılan o telefonun tesadüf olduğunu nereden anlarız?
Ya tüm bunlar bizim zaten yaşayacağımız şeyler ise? Yaşamamız için kurgulanmış olaylar ise? Mutlaka olması gerekenler ise yaşadıklarımız?
Yine de o insanları tanır mıydık? Tanışır mıydık onlarla?
A yolundan değil de B yolundan gitseydik de tanışmış olur muyduk o insanlarla bambaşka şekilde?
Peki ya gerçekten böyle olmasaydı? Daha başka seçimler yapsaydık nasıl olurdu?
O gün o durakta beklemeseydik, o gazeteyi çöpe atsaydık ve görmeseydik o ilanı, o mühim haberi aldığımız telefonu açamasaydık nasıl gelişirdi olaylar? Neler olurdu hayatımızda? Nasıl şekillenirdi yaşamımız?
Evet onunla evlenmeseydik ya da o işe girmeseydik neler olurdu? Hayatımız nasıl akardı? Nasıl şekillenirdi yaşanılacaklar?
Hayatımızda kaç tane dönüm noktası var acaba?
O günün şartlarına göre, o anki hislerimize göre kendimizce en doğru seçeneğe yöneldiğimize inanırım ben.
Ve her zaman iyinin iyi, kötünün de kötü olmadığını bilirim.
İyi, o anlık iyidir. Zaman akıp gidip, yaşanılacaklar yaşandıktan sonra benim için iyi mi kötü mü olduğunu hayat gösterir.
Kötü dediğim de aynen böyledir benim için. Bir kaza, bela, üzüntü, aldatılma her ne yaşadıysam o zaman zarfında canımı acıtır.
Su akar yolunu bulur misali gün gelir, o yaşadığım kötü tecrübenin aslında benim için iyi olduğunu anlarım. Ya da böyle düşünmek kolayıma gelir çünkü neticede sahip olduğum ve çıkarım yapabildiğim tek gerçeklik şu anki zamandır.
Keşke zamanda geriye gidebilme icat edilse! Evrenin derinliklerinde zaman kırılımlarının içine girebilsem…
Ay dur girdim şimdiden!
O kısa boylu güdük kel müdürün suratına tükürürdüm ilk önce!
Kendini bi bok sanan madam Gestapo’nun saçını başını yolardım, valla içimde kaldı o çok!
Bana deli gibi aşık o düz saçlı çocuğa özür borcum var, onun beni sevdiği kadar aynı şekilde çok sevemedim napayım!
Okuduğum üniversite değil de alt tercihim bölüme gitsem ne olurdu acaba? İlk aşkımla evlenseydim (ay çok salak bişeydi ama olsun) ne olurdu?
Ya da hiç evlenmeseydim nasıl olurdu hayatım? Yok bundan anında vazgeçtim çünkü evlat sahibi olmanın tadı başka…
Ahrette amel defterimiz elimize verilip bütün günahlarımız açıklandığında, seyirci jokeri kullanıyormuş gibi bu yaşanılanların B şıkkı olsa mesela?
Zoi’nin hayatı versiyon 2 mesela? Olmaz mı? Hiç mi olmaz?
En azından bi görseydik bari, olsa nasıl olurmuş?
Senaryoda mantık hataları olsa da genel olarak iyiydi sayın seyirciler 🙂