Doğum Kontrol Hapı…

Zamanı durdurmak istediğiniz oldu mu hiç?

O anda dünya dursun ve sadece siz olanların farkında olup, kalan herkes donsun istediğiniz mi mesela?

Geçen gün tam da böyle oldu bana. Belki de hayatımın en saçma sapan anını yaşadım.

Çok yoğun ve yorucu günün ardından eve gelip dinlenmeyi hayal ederken, günlük koşturma mesaimin bitmediğinin farkında değildim maalesef.

4 buçuk yaşındaki oğlumun, evde deneysel çalışma yapası tuttu! “Uçan vişne suyu yappççaaamm” diye yırttı kendini.

Ben de verdim eline bir kutu vişne suyunu. Uçan vişne suyu ne demek bilmediğim için, açıp içecek sandım saf gibi. Açtı kutuyu, bardağa doldurdu ama iyi güzel derkeenn!!!!

Vişne suyu dolu bardağı havaya fırlattı!

Al sana uçan vişne suyu!

Hem söylenip hem halı koltuk silmeye başladım o sinirle. Sildikçe dağıldı, daha çok delirdim.

Bir buçuk saat halı sildikten sonra belim bırkım kopmuş halde mutfağa girdim ertesi günün yemeğini yapmak için. Yemekleri yaptıktan sonra yoğurt mayalamak için süt kaynatmaya başladım.

O sırada oğlum atçılık oynayalım dedi, iyi dedim kırmayayım çocuğu. Ben at oldum, o sırtıma bindi dıgıdık dıgıdık gezdik evde.

“Bu pis koku ne?” diye sorunca sırtımdaki matador, ocaktaki sütü unuttuğumu fark edip canhıraş halde mutfağa koştum. Süt taşmış!

Ama ne taşmak… Yer gök süt deryası….

Afrodip gelip mutfak tezgahına uzansa en şahanesinden süt banyosu yapar yani… Neyse mutfağı da temizle pakla derken bende pil bitti.

Çocuğu uyutup bir kahve yaptım kendime. Kafam o kadar dolu ki bir şeylerle meşgul olmam gerekiyor rahatlamam için.

Yaktın beni menekşe…

Gözüme orkidelerim ve menekşelerim ilişti. Bakım yapma zamanı gelmişti. Saksılarından tek tek özenle çıkartıp, köklerini temizledim. Yaprak ve kök bakımı yaptım.

Topraklarını değiştirdim. Muz kabuğu, yumurta suyundan oluşan özel hazırladığım bakım suyunu ekledim yavaş yavaş.

Ama en önemli malzeme yok! Doğum kontrol hapı yok.

İlaç dolabına baktım yok, çekmeceye baktım yok. Menekşeler için şahane vitamin oluyor doğum kontrol hapı. 1 tane hapı havanda güzelce ezip un haline getirip suda eritiyorum. Tüm çiçekli bitkileri acayip coşturuyor. Yarın eczaneden alırım diye içimden geçirirken telefon çaldı.

Arayan eski eşim, oğlumun babası.

“Çocuğun vitamini bitti demiştin, yarın eczaneden alacağım. Başka istediğin bir şey var mı?” diye sordu.

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!! (yazıda hata yok ey okuyucu! Bu tekrar eden cümle, o andan benim beynimde yankılandı!)

BEN NE DEDİM!!!

NE DEDİM BEN!!!!

BEN KİME NE DEDİM!

Ayyy yaaa öleyim ben yaaaa!

Off yaa yer yarılsın da magmanın taaa dibine gireyim ben yaaa….

Allahım çok afedersin ama neden benim beynimle ağzımın arasına süzgeç koymadın çok pardon da!!!!

Şimdi açıkla bakalım bu adama doğum kontrol hapını!!!!

İki üç saniye sessizlik oldu telefonda haliyle.

O üç saniye benim için çooookkk uzundu yemin edebilirim.

O anda ağzımdan çıkan o cümleyi elimde hooop diye tutup yok etmek istedim.

Elon Musk’ı arayıp “kardeşim Allahını seviyorsan şu zaman makinesini icat et artık rica ediyorum valla çok müşkül durumdayım şu anda” diye saydırmayı da düşünmedim değil o anda, ama Elon Musk’ın numarası bende yoktu.

NE DEDİN SEEN???

Diye gürledi telefonun ucundaki şahsiyet!

Aman yaa sanki sülalesine küfrettik offf!

 “Ay ne bağırıyorsun ayol, çiçeklerin topraklarını değiştiriyorum. Vitamin olsun diye doğum kontrol hapı koyuyorum ama evde kalmamış.” Dedim.

Sıvadım!!!! Bir güzel mum diktim üstüne….

Daha çok celallendi!

Zeytinyağı gibi üste çıkma taktiğini denedim, yemedi!!!

Baktım olacak gibi değil, iş kavgaya dönecek “ayy ne uzattın ya, gerçeği anlatıyorum işte. İnanmazsan inanma! Kendime lazım olsa senden mi isterim!” dedim, sustu!

“Harbiden geri zekalısın sen!” dedi ve kapattı telefonu.

Adam haklı. Eski kocadan doğum kontrol hapı mı istenir?! Sonra açıkla bakalım yok çiçek içindi yok falandı filandı.

Tıp bana da bir çare bulacak eminim…

Dayan…

Bir bahar günü.
Gökyüzü sakin, limonata kıvamında hava.

Akşam saat 5 gibi.
Oturdum ütülü, beyaz masa örtülü denize karşı köşeme.

Güneşi batırırken büyükçe yudumladım sek’imden..
Tabağımda biraz Ezine, karşımda yalnızlık…

Garsonlar artık sormuyorlar “kaç kişi olacaksınız?” diye, onlar da alıştı ben ve yalnızlığıma.
Masada tek servis, tek kadeh.

Oysa ki ne çok isterdim şimdi karşımda olmanı.
Şakşuka sever miydin acaba, bilmiyorum hiç.
Rakıya su katar mıydın, “kavun da olsun” der miydin keşke bilebilsem..

Sen karşımda olsaydın da sussaydık da olurdu beraber…
Yaşadıklarımıza hayretle, yaşayamadıklarımıza uhde ile gözlerimiz dalsaydı ufka…
Derin bir iç çekişle bugüne şükreder miydik birlikte?


“Aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım, geceleri rüyamda ismini sayıkladım” derken Müzeyyen abla, ellerimi tutar mıydın usulca, sevgiyle?


Uzaklara dalardı gözlerin, ben yine hapsolurdum kirpiklerine..
Alnındaki çizgileri ezberlemiştim, yenilerini görebilir miyim acaba karşımda olsaydın?


“Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü” diye birlikte eşlik eder miydik yoksa Müzeyyen ablaya?


Bilemiyorum güzel gözlüm, bilemiyoruz…
Aynı havayı soluduğumuz, aynı göğe baktığımız gün olur mu bilemiyorum..
Şu anda tek bildiğim dayan yüreğim dayan diyebilmek…
Şarkının da dediği gibi, gün gelir acılar ezberlenir…
İyileşir zamanla yaralarımız ..
Dayan…

Yanımda Duruyoo…

O kadar çok şanslıyım ki şükürler olsun, annem gibi bir neşe kaynağım var. Karadeniz kadınıdır annem, acayip zeki, hazır cevap, hafif atarlıdır kendisi.

Neşesi boldur, çokça da eğlendirir lakin bunu bilinçli olarak yapmaz. Yani “şöyle bir espri yapayım da millet gülsün” demez asla, aksine çok ciddidir.

Karadeniz’in huyundan mı suyundan mıdır bilemem ama oranın insanı çok zeki olduğu kadar, akıllarının durduğu bir an vardır. Hah işte o anlarda annem şahane ötesi oluyor.

Geçen akşam beni aradı annem. Telefonda nasıl bağırıyor, nasıl sinirli görmeniz lazım. Neye sinirlendiğini de bilmiyorum, anlamaya çalışıyorum o sırada. Diyalog aynen şu:

Annem:         Fırlatıp atıcam şu telefonu!

Ben:               Ne oldu anne, hayırdır?

Annem:         Telefona bi haller oldu, yazılar çıkıyo ekranda. Okuyamıyorum da!

Ben:               Ne yazıyor ekranda?

Annem:         Ay ne bileyim! Telefonumu dinliyorlar!

Ben:               Saçmalama anne yaa, kim neden dinlesin seni?

Annem:         Hem dinliyorlar hem de yanımda duruyorlar!

Ben:               Kim duruyor yanında anne? Babam mı?

Annem:         Ay bırak babanı ya, içerde o, açmış televizyonun sesini sonuna kadar, ev oldu ana haber stüdyosu!

Ben:               Kim o zaman yanındaki anne? Komşu mu geldi?

Annem:         Yok komşu değil, yanımda duruyomuş ama ben göremiyorum!

Ben:               Yakın gözlüğünü taktın mı sen?

Annem:         Asslııııııı!!!! Sıçtırtma bacana! Bunak mıyım ben!

Ben:               Yok annem estağfurullah da anlayamadım ben. Kim var yanında?

Annem:         Kimse yok işte ama yanımda duruyo!

Ben:               Tövbeler olsun anne korkutma beni üç harflileri mi gördün yoksa sen?

Annem:         Selamün kavleeennn öyle değil ya!

Ben:               Eee ne peki anne? Tansiyon ilacını içtin mi sen?

Annem:         Şuna bak heleee! Sıçtığım bok benimle dalga geçiyo!

Ben:               Ya anne ne alakası var ya, ne dediğini anlamıyorum!

Annem:         Yanımda duruyomuş işte ama ben göremiyorum!

Ben:               Işınlanma icat edildi de ilk sende mi deniyorlar nedir yani?!

Annem:         Eşşeğin ayaaaa Aslı emi! Dalga geçme benimle!

Ben:               Kim duruyo yanında be kadın delirtme beni!

Annem:         Telefonun ekranında yazıyo işte “Yanımda Duruyo” diye!

Ben:               ppuuaaahhaaaaa hahahhahahahhahaaa….

Annem:         Çaattttt!!!! (telefonu kapattı!)

Koptum….. Gülmekten konuşamadım…

Yerlere yattım kahkahalar atarak.

Jeton geç düştü bende ama olayı anladım sonunda.

Annemin GSM operatörünün bir uygulaması var, adı “Yanımda”

Annem artık nereye bastıysa bilemiyorum, uygulamanın ayarlarını bozmuş.

Ekranda da “Yanımda Duruyor” yazıyor.

Aradım hemen komşumuzu durumu anlattım.

“Annemin telefonundan o uygulamayı kaldır, telefonu temizle” dedim.

Sağ olsun halletmiş çocuk.

Sonra annem aradı beni “Aslıııı söylemedin dimi benim dediklerimi?

Rezil olmayayım konu komşuya!”

Annem sen çok yaşa emi….

Aklıma geldikçe hala gülüyorum: YANIMDA DURUYO :))

Gecelik…

İnsanın içini acıtabilir mi hiçbir gecelik? Baktıkça ruhuna bıçaklar saplar mı hiç, bir kumaş parçası?

Benim içimi parçalayan bir geceliğim var.

Yatak odamda, yatağımın sol yanındaki komodinin en alt çekmecesinde duran bir kutu var.

Çok lüks bir markanın logosu var üstünde kutunun.

Kutunun kapağını açmayalı çok oldu.

Açamıyorum nedense.

O kapağı kaldırdığımda sanki tarantula fırtlayıp elimi yiyecekmiş gibi hissediyorum.

Bazen de katil bebek Çaki çıkacakmış gibi hisse kapılıyorum kutuyu açarsam.

Dikdörtgen şık bir kutu.

Geçen gece, tüm cesaretimi toplayıp, ruhumla dövüşüp, ağlaklığıma iki tokat çakıp açtım kutuyu.

Etiketi üzerinde duran saten geceliğim tüm cazibesiyle parmaklarıma dolandı.

Omuz çukurlarımı doldurması gereken ip askıları parmaklarımın ucunda tutunmaya çalıştı.

Gül kurusuyla pudra arası renkte, düz saten kumaş.

İpeksi ten dokunuşunu hissiyatı.

Naiflik, masumiyet, cazibe tonunu tarif et deseler bu ton derim.

Parmak uçlarımda aldım geceliğimi, yukarı kaldırdım boyuna baktım.

Hiç giymedim çünkü bilmiyorum ebatını.

Tanışmıyoruz kendileriyle.

Boy aynasında üzerime tuttum, dizlerimin iki parmak altında kalıyor.

Başımı çevirdiğimde kutuda aynı renkte bi şey daha vardı.

Aldım elime, baktım uzun uzun.

Sabahlık.

Uzun…

Ayak bileklerime kadar, belinde ince ve narin kuşağıyla.

İki saniye mi, yoksa onbeş dakika mı inan ki bilmiyorum ama o sabahlığa uzun uzunnn baktım.

Hemen üzerimdeki ev kıyafetini çıkarttım.

Giydim geceliğimi.

Baktım aynada uzun uzun kendime, sağdan döndüm sola döndüm.

Parmak uçlarımda iki santim yukarı kalktım sırtıma baktım.

Sabahlığımı giydim sonra.

İncecik belime saten kuşağını bağladım sağımdan.

Omuzlarıma düşen saçlarımı boynumdan elimle topladım hafiften.

Offfff beee dedim.

Yakıyorsun kızzzımm dedim kendime.

Kendi kendime iltifatlar ederken aynada, yüzümün hatlarının değiştiğini gördüm aynadaki aksimde.

Kime giyiyorsun bunu kızım dedim.

Gece yarısı saten gecelik giysen de kime ne be kızım?

Kim görüyor?

Kim var yanında?

Bu gecelik takımını evlenirken alınmıştı. Klasiktir ya hani, damada röpteşambır geline de saten gecelik alınır. Bendeki de o işte.

Giymeye, kullanmaya hiç mutlu günüm olmadı.

Etiketini kopartıp, şevkle giymeye hiç nasip olmadı.

Kavga, gürültü, hakaret, tartışma, havada uçan tabaklarla geçen günlerde aklıma bile gelmedi saten gecelik takımı.

Nasip olmayınca olmuyormuş demek ki….

Üzerimde gecelik ve sabahlık takımımla, oturdum yatağımın üstünde ağladım…

Umutlarım, hayallerim, gerçekleşmeyen beklentilerim ağlattı beni…

Saatlerce mi aylarca mı bilemiyorum..

Ağladım ağladım…

Aynadaki yüzüme baktım.

Şişmiş gözlerime..

Sonra deim ki “nooluyooo len aalooooo!!!! Silkelen ve toparlan”

Sen Firdevs Yöreoğlu’nun kızısın! Heyytttt.

Gardropun en üst bölmesine sakladığım topuklu, üstü peluş olan geceliğimle aynı renkteki terliklerimi aldım, giydim ayağıma.

Evlenirken 36 numara ponçik ayaklarıma dar gelmiş olabilirler ama inat ettim giydim.

Üstümde saten sabahlık,  ayağımda topuklu peluşlu terlikler…

Salondan mutfağa geziniyorum gecenin bir yarısı…

Bi gülme geldi…

Ama nasıl gülme….

Katıla gülüyorum  gece yarısı…

Oturdum salondaki kanepeye, bacak bacak üstüne attım.

Sağ bacağımın dekoltesi kalçamda..

Offff…

Karşıdan biri görse vay anam vayyyyy…

Kalktım bi chivas koydum bardağa…

Tek buzlu..

Sek.

Yaktım mumumu…

Vanilya kokulu…

Düşündüm… düşündüm…..

Azca düşündüm olmadı, çokça düşündüm almadı….

Sonra dedim ki kendime:

“Bu hayata bir kez geliyorsun kızım!

Bu senin hayatın!

Sadece kendini mutlu etmek için yaşa!

Kimse için değil!

Kimseden seni mutlu etmesini bekleme!”

Sevgili Kaçırma Rehberi

odun adam

 

Yazının başlığını yanlış okumadınız, evet bu bir sevgili kaçırma rehberi.

“Nasıl yani?” diyenler için ön bilgilendirme yapayım; nasıl sevgili bulunurla ilgili milyonlarca yazı ve yöntem vardır ama bulduğun sevgiliyi tez zamanda kaçırtabilmek için yazdım bu yazıyı.

Mevcut sevgilinizden bir türlü ayrılamıyorsanız hiç üzülmeyin, okuyun yazdıklarımı ve uygulayın, iki güne kalmaz terk edilirsiniz kontigaranti!

Ayrıca henüz sevgiliniz yoksa ve bir gün bulurum diye umudunuz varsa, binbir uğraşla bulduğunuz adamı/kadını elinizde tutmak için bu okuduklarınızı kesinlikle yapmayın derim.

 

Bu yazıyı kimler okumalı?

Bence bu yazıyı en çok gençler okumalı. Ergenler, yeni yeni manitacılık işlerine girenler okusunlar.

Hatta anneler özellikle erkek çocuklarına okutmalı bu yazıyı çünkü ağaç yaşken eğilir anacım! Okuyun ve öğrenin nasıl davranılmaması gerektiğini.

Not: Oğlu olan anneler, bazılarınızın adını tek tek yazıyorum buraya! Yazıyı okuyup bana haber verin ona göre…

Banu, Bahar, Ayşegül, Arzu, Nisa, Esra, Tuğba, Deniz, Derya, Ebru, Nevin, Efser, Ceren, Aslı, Özgen, Saadet, Meral, Songül, Zeynep, Gülay, Kamuran, Semra, Sinem, Cansu, Nükhet, Ayça, Mine, Hande, Çiğdem…

Annaaa…. Abbaaooovvvv.. Ne çok kaynana adayı arkadaşım varmış benim! Üstelik de ilk aklıma gelen isimler bunlar! 1.Kaynana Konseyi toplayacak kadar erkek anası tanıyormuşum ben meğer!

Karar sizin…

Aslında bir yemek tarifi gibi düşünmek lazım bunu. Gerekli malzemeler listesi ve yapılış şekli, pişirme yöntemi ile nasıl ki yemek tarifi oluyorsa işte aynen bu yazdıklarımı okuduğunuzda ve de uyguladığınızda, bir adamı ya da kadını hayatınızdan çıkartabilirsiniz.

Emin olun ki bunları yaptığınızda hayatınızdaki insan sizden koşa koşa kaçacaktır. Tercih size kalmış canlar…

 

Haydi başlıyorum? Hazır mısınız gencolar?

Evet, önce lazım olan bir adet uygun ebattaki sevgiliyi temin edin. Artık onu nasıl yaparsınız bilmiyorum, bulun işte!

Arkadaş ortamınızdan mı yardım istersiniz, sosyal medyadan mı medet umarsınız, telefon defterinizi mi karıştırırsınız, yokluktan fanfinifinfon sitelerine mi bakarsınız bilemem gari!

Bulduysanız şimdi onu koyun bir kenara, azcık dinlensin, sıcağı gitsin.

İlk muhabbet girişimini yapıp, en tatlı ve şirin maskeni taktıysan, arzular şelale kıvamına geldiysen hah işte dur ve bu yazdıklarımı oku!

 

Dışarıda hesap ödeme kastırmacası!

En baştan peşinen söyleyeyim, hesabı hep erkek öder gibi saçmalıkları geçin! Kimsenin kimseyi besleme yükümlülüğü yok! Ayrıca bu çok ayıp bir şey bence.

Ne münasebet kardeşim? Benim yediğimi içtiğimi neden yanımdaki adam ödesin? Benim param yoksa cebimde, dışarı çıkmam zaten bu kadar basit.

Erkekleri ATM gibi gören kadınlardan nefret ederim. Böylelerinden olmayın rica ederim!

Haa adam centilmenlik yapıp hesabı ödüyorsa (bunun da adabı vardır, yazacağım şimdi) kibarca teşekkür edin ve kahveyi de siz ödeyin hanımlar. Vantuz gibi, kene gibi tiplerden olmayın lütfen. Kibarlığın, nezaketin her zaman geçer akçe olduğunu da unutmayın.

Yemeğinizi yediniz, sohbet şahane… Sıra geldi hesabı istemeye.

Beyler lütfen çok rica ediyorum garsona ıslık çalmayın! “Hoouupp” diye seslenmeyin! Bilader, kardeş, hacım, başgan gibi varotik kelimelerle garsonu çağırmayın!

Yanındaki adam garsonu böyle çağırıyorsa hemen uzaklaş oradan bacım! Bak çok net söylüyorum, bu Kastamonu kerestesinden bi halt olmaz!

Masaya gelen adisyon defterini açıp, sunum dosyası inceler gibi incelemeyin! “Biz kaç su içtik?” diye soruyorsa biri, onun kibarlığından da bonkörlüğünden de şüphe duyun!

Hesap ödeme konusunda kararlı tavır sergileyin ama bunu abartmayın tabi. Adisyonu çekmeler, karşısındakine kaptırmamak için hamleler yapmalar, eline vurmalar, “senin paran burada geçmez” demeler…. Sakın ha! Yan masalarda oturanlara güldürmeyin kendinizi.

Kibarca izin isteyip kalkın masadan, tuvalete gidermiş gibi yapın ödeyin hesabı yada masaya gelince adisyon, sakince verin kredi kartınızı bitirin işi. Artistliğe lüzum yok.

Benzer durum sevgilinizle birlikte gittiğiniz market alışverişinde de geçerli. Kasaya gelmeden cebinizde hazırlayın parayı ve şak diye uzatın kasiyere. Böylece polemik yaratmamış olursunuz. Elinde kredi kartını emanet gibi tutan zibidi varsa yanınızda yine uzaklaşın oradan!

 

Tatil zamanı…

Sevgilinizle her şey yolunda gidiyor çok şükür ve birlikte hafta sonu kaçamak yapmak istediniz. Tüm haftanın yorgunluğunu atmak, birlikte keyifli bir gün geçirmek istediniz. Aman ne şahane… Nereye gitmek istediğinize ortak karar verin lütfen.

Deniz kenarı olsun, akşam kumsalda yürüyüş yapalım gibi romantik hayalleriniz “Silivri’de bizim yazlığa gideriz!” gibi beyin baltalayıcı bir dâhiyane(!) fikirle son bulmasın mümkünse.

Çeşitli internet sitelerinin hafta sonuna özel kampanyalarından faydalanmak isterseniz eğer, o sitedeki fiyatlara dikkat edin! Bilmem kaç liradan başlayan fiyatlarla ibaresini iyi okuyun. İnternetten görüp beğendiğiniz oda ile otele gittiğinizde kalacağınız oda aynı olmayabilir çünkü.

Ve en önemlisi bu tarz durumlarda rezervasyonu yapmak erkeğe yakışır! Kız arkadaşınızla ortak karar verdiğiniz lokasyon ve otelden rezervasyonu bizzat kendi kredi kartınızla siz yapmalısınız beyler! Yatılı konaklamayı hatuna yıkıp bir de üstüne odayı beğenmemek gibi bir öküzlük, direkt kırmızı kart gerektirir benden söylemesi!

 

Birlikte bir gece geçirmek…

Ne tatlı geliyor kulağa dimi? Evet her şey yolunda giderse elbette şahane olur. Peki ne yapmak gerekiyor her şeyin şahane olması için?

Valla sizin becerinize ve yaratıcılığınıza kalmış tabi ama şunları yaparsanız emin olun ki sevgiliniz bir daha sizinle birlikte olmak istemeyecektir!

Gittiğiniz yere yanınızda mutlaka yedek eşyanızı götürün. Hatunlar burada özellikle siz dikkat edin, yedek kıyafet alacağım diye 1 gece kalacağın yere koca valizle gitmeyin!

Küçük bir şık el çantası ya da spor sırt çantası uygundur bu durumlarda. Migros poşetine tıkıştırmayın allasen!

Alacağın çantanın içine bir tişört, eşofman altı mutlaka koymalısın. Rica ederim evde temizlik yaparken kullandığın dizi çıkmış, yırtık sökük bir şey olmasın! Özenli olun biraz!

Çorap koymayı unutma! Ayakkabını çıkarttığında çorabın kaçmış olabilir, ayağın kokmuş olabilir, dünya halidir bu neticede.

Ertesi gün üstünü değiştireceğin yedek kıyafetin mutlaka olsun o çantada. Sabah uyanıp yataktan kalkınca geldiğin kıyafetleri giyme sakın. Ter kokar, sigara (KAMU SPOTU: Tütün ve tütün mamulleri sağlığa zararlıdır.) kokar, yemek kokusu siner… Değiştir üstünü başını.

Yatarken giyeceğin bir kıyafetin olsun mutlaka yanında! Evinde istersen don paça yat hiç önemli değil ama sevgilinle bir tatile çıkıyorsan, öyle evindeki gibi rahat rahat dolaşamazsın. Özenin biraz kendinize ve yanınızdaki kişiye. Saygı göstermektir bu.

 

Öz bakım çok önemli!

Mutlaka ama mutlaka o çantanın içinde olmazsa olmaz eşya, diş fırçası ve macundur. Kendi diş fırçanızı alıp, hatundan macun istemeyin. Bunlar özel eşyalardır unutmayın.

Küçük bir tarak alın yanınıza. Sabah uyanınca saç sakal birbirine karışmış durumda olmayın.

Akşam yatarken Gıvançç Datluuduu sabah kalkınca Baydemir Appaş kıvamında olmayın! Şoka sokmayın milleti…

Kişisel öz bakımınıza dikkat edin rica ediyorum! Terleyebilirsiniz bu çok normal ama bunun önlemini alın bi zahmet. Rollon ve deodorant ucuz şeyler, alın sürün koltuk altınıza. Buram buram ter kokan biriyle kimse öpüşmek istemez sokun bunu aklınıza!

Ayağınız kokuyor mu bilin bunu! Giydiğiniz ayakkabı da kokutabilir ayağınızı. Su sabun, ıslak mendil, ayak için deodorant gibi milyonlarca çözüm varken ekşimiş lor peyniri gibi dolaşmayın ortalıkta benden söylemesi.

Off valla daraldım, midem kalktı yazarken…. İnanın çok var böyle hödüklerden.

Kadınlarda da var emin olun. Sırf yüz göz boyamakla olmuyor bu işler. Hijyen ve öz bakıma herkesin dikkat etmesi gerekiyor. Kılınıza tüyünüze dikkat ediverin gari bunu da yazdırmayın bana…

Hanımlar özel günlerinizde kendinize daha çok dikkat edin bence. Hormonların fazlaca salgılanmasıyla oluşabilecek kötü kokular için hijyeninize özen gösterin. Özel bölge spreyi alın, ohh misss çilekli mi vanilyalı mı lavantalı mı istersin sana kalmış artık…

Fresh olun yani… Sabah uyanınca duşunuzu alın, saçınızı tarayın. Tertemiz kıyafetlerinizi giyin. Dişinizi fırçalayın. Akşamdan kalma makyajınızı silin ki sabah gözlerinizin altı akmış rimelle dolmasın.

Sabah uyanınca ayı gibi esnemeyin lütfen! Aaauuaaahh gibi garip garip sesler çıkartmayın. Yanınızda sevgiliniz var unutmayın, evinizde istediğiniz gibi geviş getirip yanlayabilirsiniz ama yanınızda özel biri var, sokun bunu aklınıza bi zahmet!

 

Sevgilinizin evindeyken…

Özenli olun, kibar olun. Nazik davranın. İnce düşünceli olun, temiz olun.

Sevgilinizin evine giderken eli boş götü yaş gitmeyin! Küçük bir hediye alıverin.

Ne bileyim, birlikte kahve içerseniz iki kişilik fincan ya da kupa gibi, onun sevebileceği küçük bir şey alın. En olmadı çerez cips meyve falan alın.

Amaç ev hediyesi değil cancazım, ince düşünceli olmak maksat.

Evin içinde de özenli davranın sevgilinize.

İki aylık sevgilinizin yanında ayaklarınızı uzatıp TV izlemeyin mesela…  40 yıllık evliymiş gibi rahat rahat takılmayın yani.

Evinize gelmiş olan bir misafirdir neticede sevgiliniz, öyle davranın.

Ona özel, temiz bir havlu vermek artı puan kazandırır unutmayın. Hiç kimse sizin kullandığınız havluya elini yüzünü silmek zorunda değil. Ne ayıp şeydir bu ayrıca!

Sevgilinizle evde olmak demek, ilişkide level atladığınız anlamına gelmez!

İlk başlardaki o naiflik ve nezaket aynen bu günde de geçerlidir. Nasılsa evdeyiz diye özünüzde olan camışlığı ortaya çıkarmanın alemi yok! Evde de olsanız sevgilinizin yanında tırnaklarınızı kesmeyin mesela!

Tekrar söylüyorum, sizin evinize gelen misafirdir sevgiliniz. O yüzden kıçınızı kaldırıp çayınızı kendiniz doldurun bi zahmet!

Sabah uyandığınızda siz alışkanlık olarak belki kahvaltı yapmıyor olabilirsiniz ama evde bir misafir olduğunu unutmayın lütfen. Nezaketen de olsa “aç mısın, bir şeyler yemek ister misin” diye sorun.

Mükellef Van kahvaltı salonu tarzında sofra kurmanızı kimse beklemez sizden ama çay ve simit de zor bulunan şeyler değildir, aklınızda olsun! Hele ki akşamdan kalan bayat çayı ısıtıp vermeyin aslaaaa…

Kendi evimdeyim nasılsa deyip tuvalette garip sesler çıkartmayın lütfen! Bağırsaklarınızla ilgili sorununuz varsa doktora gidin. Sevgilinize senfoni dinletmeyin sabah sabah, inanın ki çok mide bulandırıcı olursunuz!

İnanın o kadar da zor değil bunları yapmak. İçinden gelmeli insanının. Doğasında var olmalı insan olduğunu hatırlamak. Kibar olmak çok zor değil. Aileden öğrenilmesi gereken şeyler aslında bu yazdıklarım. O yüzden erkek annelerinin okumasını arzu ettim bu yazımı, okuyun ki oğullarınızı düzgün yetiştirin. Sonra gün gelince evladınıza kalas denmesin…

Kavun seçebilir misiniz?

Ben iyi seçerim. Hayatta yaptığım iyi şeylerden biri kavun seçmektir. Çoğu zaman bir bakışımla anlarım kavunun iyisinden kötüsünden.

Azıcık elimle yoklasam %100 garanti veririm güzel mi kelek mi olduğuna. Öyle dibini koklamaya falan gerek de duymam, yanılmam tercihimde.

Karpuz konusunda da iyiyimdir. Tam yerini denk getirip, bi tık vururum kabuğuna içerden gelen sesten anlarım güzel olup olmadığını. Eve gelip de bıçağı değdirince çatırt diye ayrılır mübarek. İyiyimdir yani bu konuda.

 

Keşke insan seçerken de bu kadar başarılı olabilsem!

Hani meşhur laf vardır ya “kavun değil ki dibini koklayalım”! İddia ederim ki insanlık tarihinin en nokta atışı metaforudur bu söz.

Milletin deli demeyeceğini bilsem, yeni tanıştığım kişilere ilk yapmak istediğim fiildir bu; “yat şuraya bi koklayayım dibini” diyebilmek!

Avuç içine sığabilen kavun bile rengini, cinsini, içini belli eder işte dibini koklayınca ama cinsine tükürdüğümün insan evladını böyle anlamak mümkün mü?

İlla farklı gösterir kendini insan soyu!

Kadını da erkeği de böyledir maalesef. Olduğu gibi değil, olmak istediği gibi davranır aslında. Instagram gibi zanneder hayatı, öylesine filtreli yaşar.

En güzeli benim pozları, en cool benim tavırları, en okuyanı, en kültürlüsü, en mutlusu, en eğleneni, en en en en…. Eeee? Sonuç?!

 

Don düştü göt görüldü işte!

“Göt” sadece kaba yer, kaba et, popo, üstünde oturabildiğin bölge anlamında değil, kişiliği oturmamış, ne istediğini bilmeyen, içi başka dışı başka, yanardöner, kaypak, sözüne güvenilmez anlamındadır da aslında.

Yoksa birine kızdığımızda neden “göt herif” diyelim ki? Organlarımızla sorunumuz yok çok şükür!

Çok vardır böyle götlerden etrafımızda. Uslu bir çocuk olup Şirinleri’i görmeyi bekleyeceğinize, etrafınıza dikkatli bakıp her yerde bulun o götleri bence!

Bulun ve hayatınızdan çıkartın.

Genellikle çok sinsi tiplerdir. Kendisine verdiği zararın zerre farkında olmayıp, çevrelerini zehirlerler.

Bir kasa olgun domatesin içindeki çürük domates gibidirler. Sinsi sinsi beklerler. Fark etmeyip de bırakırsan onu kasada, bütün domatesleri ziyan zebil ederler.

 

Bu göt tipler illa kazık atar (net bilgi yayalım)!

Valla kazığın cinsi biraz da sana bağlı ey okuyucu! Maddi mi manevi mi orası senin saftrikliğine kalmış…

İlgi arsızı tiplerdir bunlar!

Sadece senin ilgine değil her kadının ilgisine ihtiyaçları vardır. Bütün etrafının ilgisini üzerinde toplamak ister. Herkes onu beğensin, herkes onu yakışıklı bulsun ister.

Kadınlar genellikle öyle değildir. Biz kadın olarak bir erkeğe ait olma duygusunu hissetmek isteriz. Erkeklerin DNA’sında yoktur bu.

Erkek 77 yaşında da olsa, yazlık komşusu kadının karpuzunu kesmeye bile gider yeter ki azcık ilgi görsün!

Erkekler hayır diyemez çünkü bu kadar basit. 20 yıl önce ayrıldığı sevgilisi gece yarısı aradığında koşa koşa lastiğini değiştirmeye gider bu tipler. Bişi yapacağından değil, o da yanımda olsun, yedekte dursun mantık bu. Egolar tavanda gezerler.

 

İlgi delisidir bunlar..

Bizim gibi kadınlar öyle midir peki? Asla….

Bizim normal yaptığımız davranışı bile “yazmak” olarak algılayan bu tiplerle dolu etraf!

Ve maalesef bu tiplerle çiftleşmek zorundayız biz kadınlar!

Denizatı gibi değiliz netice, keşke öyle olsak da bu “erkek” geçinen tiplere tenezzül bile etmezsek süper olurdu!  Beyin basıyor oksidosini sonra ver Allah ver… Bizde de durum bu anacım.

Şurdan caddeye çıksak, şöyle bir aşağı doğru yürüsek onun gibi on tanesini buluruz! En kötümüz bile bulur yeminle!

Bu erkeklerin bir kadını etkilemek, etkilediğini yedeklemek, gururlarının okşanması, egolarının tatmin edilmesi gibi ilkel dürtüleri var.

Kadınlar daha evrilmiştir çünkü, erkek gibi ilkel değildir.

Erkekler ilk beğendiklerinde beşinci vitesle gelmiyor mu? Ölüyorumlar bitiyorumlar, aramalara, yazmalar…. Ee biz kadınlar da ikna oluyoruz sonunda. Sonra?? Hoopp vites düşer bire! Aramalar sormalar ilgisi biter. Çünkü sizi elde etmiş, cebine koymuş oluyorlar!

 

Çünkü erkekler gözüyle, kadınlar kulağıyla sever!

Aidiyet duygusu sadece biz kadınlarda var, erkek o moda değil maalesef.

Yiyelim içelim gezelim tozalım ama başka moda geçmeyelim, dertleri bu. Bir hafta tamamlanıp, onuncu güne geçilince afagan basar bunlara.

Triplere girerler. Ne oluyoruz moduna öyle bir girmiştir ki, seni de o dipsiz kuyuya çekerler.

Kendini sorgularsın, “ben nerde yanlış yaptım” diye!  Halbuki insan gibi davranmışsındır, akıllı uslu gayet usturuplu davranmışsındır ama yine de yaranamamışsındır!

Sorun sende değil, onda! Evet aynen de böyle.

 

Sorun bende değil, sende!

Sen çünkü insan gibi davranılmaya alışkın değilsin.

Normal bir ilişki yaşamaya formatlanmamışsın.

Gezelim tozalım yiyelim içelim sevişelim, modun bu!

Korkaksın!

Kendinden korkuyorsun. Sevmekten, aşık olmaktan, bağlanmaktan deli gibi korkuyorsun ve bunu kendine bile itiraf edemiyorsun!

Ve en önemlisi dürüst değilsin!

Ee kabul eden, içine sindiren, tercih eden varsa saygı duyarım elbette.

Haa bir de pinti tipler baş belasıdır, uyarayım! Bu pintiliğin parayla pulla alakası yok, duygusal pintilerden kaçın kaçın!

Duygusunu, sevgisini, kalbini sakınanlar aman evlerden ırak olsun.

En iyisi gelişine vurmaktır bence. Kalbini açmaktır, olduğun gibi davranmaktır.

Öyle olamayanlar utansın!

Aman uzak durun! Sallayın gitsin…

Kendinize saygınız olsun, değerinizi ayaklar altına aldırmayın canlar.

Çizgi Filmler…

çizgi filmler

 

Analarımızın klasik sözü vardır ya hani “ana olunca anlarsın”, şimdi ben tam da o anlama ve kavrama noktasındayım. Yan yatmalı, uzun oturmalı, sefa sürmeli moddan bebişli hayata dikey geçiş yapınca, insanın şaftı kayıyor ne yalan söyliim.

Kaplumbağanın en babasından hallice hamilelik geçirince, doğumdan sonra “oh çok şükür bu kabus bitti” dedim. Rabbim affetsin ama ben o hamilelik dönemini hiç sevemedim.

Yataktan kalkmak da yatmak da ayrı bir dertti. 36 numara ponçik ayaklarıma 43 numara erkek terliği sığmayacak kadar şişmiştim. Bildiğin ramazan davulu yutmuş gibiydi karnım. Benim gibi çıtıpıtı minyon hatunun o noktaya gelmesi mucizenin ta kendisi zaten.

Dilber Ay ablamız gibi kollarım oldu, pazularımda gamzelerim çıktı. Bacaklar desen Ronaldo! Sinirlendiğim birinin üstüne gülle gibi atlasam valla barsakları fırtlardı.

Oram buram çatlamasın diye sürdüğüm şeylerden dolayı yağlı güreş pehlivanı gibi dolaştığımı söylemiyorum bile!

Surat desen Sümerbank porseleni gibi! Bandır ekmeği sıyır yani o derece. Eğilip kıçımı görmeyi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama oldu işte.

Patlamaya hazır bomba gibi dolaşırken içimde oynayan bebişi, gaz sancısı sanıp ilaç içmem de ayrı bir mallıktı kabul ediyorum!

Bütün o sıkıntılardan kurtuluş ve ilk karşılaşmanın verdiği hazzın tarifi yok elbette. O kadar minik elleri, yumuk gözleri, minicik dudakları görünce ne dert kaldı ne acı. “Oy sen ne minnoşsun, ay bu ne ponçikmiş” gibisinden sevinç hezeyanı bitince hayatın gerçekleriyle baş başa kalıveriyorsun sonunda! Oyuncak bebek değil neticede.

İlk günler altını değiştirmek en büyük korkumdu çünkü kürdan gibi bacaklarına zarar vereceğim diye ödüm patlıyordu. Her şey bir tarafa ama o emzirme hissi bambaşkaydı. Emerken gözlerimin ta içine bakması yok mu… Off… “Senin parçanım ey kadın! Uğraş bakalım benimle işin ne” der gibi bakıyordu resmen.

 

Uğraş dur işin ne!

Sevgisi, zevki o başka ama annelik gerçekten ciddi uğraş ve yaratıcılık isteyen bir hünermiş meğerse. Bi kere her şeyden önce zombi hayatına geçiş yapıyorsun. Uyku muyku dinlenmece olabildiğince az. Kafeinin gücü adına voltranı oluşturup, sinir hücrelerini bastırmayı öğreniyorsun.

İlk aylarda sıkıntı yok, koyduğun yerde uyuyor, dönme derdi falan yok.  Ama sonraki aylarda azcık ayaklanınca ilk kapatacağın yer prizler oluyor.

Benim gibi antinkuntin süs eşyasını seviyorsan yandın! Evde onlardan eser kalmadı, itinayla hepsini kaldırdım sakladım.

Dolap kapaklarını kilitledim, masa sandalye kenarlarına bantlar yapıştırdım düşüp de kafasını çarpmasın diye. Ne kadar örtü varsa hepsini tutup çekiyor piyano piyano bacaksız, örtüleri de kaldırdım.

Mama sandalyesine oturtayım da azcık rahat edeyim dedim ama ne mümkün! Kitaplar dergiler okuyorum, masallar anlatıyorum en uydurmasyonundan ama yok durmuyor çocuk.

Eskiden “bunun içinde kurt var” derlerdi şimdi ise folikasit bebesi oluyor bınlar! Çok bilinçli anne olma edalarıyla “2 yaşına kadar asla televizyon izletmicem, cep telefonu tablet hele asla!” diye höyküren ben, baktım olmuyor açtım televizyonu oturttum önüne.

 

Modern annenin televizyonla imtihanı!!!

Önce bizimkine değişik geldi herhalde izledi biraz, sonra sıkıldı, pek ilgilenmedi oyuncaklarıyla oynamaya devam etti. “Aman iyi” dedim, televizyona alışmasın.

Aldım kumandayı elime, tek tek bütün çocuk kanallarını izledim. Bakayım dedim bebelere ne gösteriyorlar. İlk defa müşerref olduğum alan, yabancısıyız ortamın yani.

Vurdulu kırdılı çizgi filmleri zaten kafadan eledim. “Onu geç, bu olabilir” falan derken, ben epey bi müptelası oldum çizgi filmlerin iyi mi!

Yalnız söylemeden edemeyeceğim, çizgi film yazarları falan baya gözümde yükseldiler. O ne yaratıcılıktır abi! Helal olsun. Tema standart aslında, fabl tekniği. Ama bazıları çok sinir bozucu geldi bana.

Mesela bi tane İspanyol kedi var, kafasında kocaman şapkasıyla geziyor ortalıkta. Bu şapşal Henry acıkıyor, koştura koştura lokantaya gidiyor. Dükkân sahibi de sıska Corç. Henry menüden yemek bakıyor “o değil, bu değil, şu değil, işte buuu!” diye seviniyor zavallı ama istediği yemek lokantada yok.

Bi kere mantık hatası var, olmayan yemeği menüye niye koyarsın dimi! Beceriksiz esnaf ödülünü almaya hak kazanan Corç, sanki çok mahcup olmuş gibi ayağını elini büze büze konuşuyor kediyle. Diyor ki “hiç patlıcan kalmadı ama istersen şurdan patlıcan alabilirsin!”

Birader hayvan zaten aç niye zavallıyı oraya buraya gönderiyorsun? Bizim Henry de ayrı bi mal, koştura koştura pazara gidiyo, orda bulamayınca market sahibi sağır bi karı var Isabella, mısır diyorsun kısır anlıyor. Dev gibi bişi. Ona soruyor. Orda da bulamayınca tarlaya gidip, istediği sebzeyi alıp Corç’a getiriyor. Üçkâğıtçı Corç da paldır küldür mutfakta yapıyo bişiler, Henry’nin önüne koyuyo. Bu salak bi de hesap öder buna bence! Azcık akıllı olsa tarladan malı direkt çekip satan kabzımal olurdu ama bu şapşik sadece mal olmuş işte!

Başka bir tane daha var böyle akıllara ziyan. Büyükbaba Jo! Adamın torunları ziyarete geliyor, iyi hoş Allah selamet versin.

Bu yaşlı kartaloz o el kadar bebelere iş yaptırıyo! “Hadi çocuklar size bir sürpriz yapmama izin verin” diyor bi de. Sen zaten sürprizin kralını yaptın bebelere ayol. Eşşek gibi çalıştırdı kızanları.

Yok o tekerleği şuraya koyun, yok bu renkli topu buraya koyun diye emir verip durdu. Sigortasız çocuk işçi çalıştırıyor alenen! O sabi sübyanların da sevincini görmen lazım ama hoplaya zıplaya oynuyor zavallılar. İş bitince de gariplerim evine gidiyor, “yarın yine gelin” diyor arkalarından bizim dede olcak kartaloz!

Bu çocukların da analarına iki çift lafım var: “Eyy hemşire bana bak hele! Dadaları salıyon dışarı ezan okununcaya kadar yoklar. Nerde bu kızanlar diye düşünmüyon da bravo valla! Şimdi eve geliyolar, arkalarına tülbent koy terlemiştir kızanlar. Baban olcak fikirsiz, amele etti bütün gün bebeleri diyiverem sana!”

Bir de şarkılar var ki sorma!!! Tombul yumurtanın teki duvara oturmuş, duvardan düşmüş tombul yumurta! Bak seenn!! Külliyen yalan ayol.

Yumurtanın duvarda ne işi var dimi? Kırılacağı belli zaten. Hem ayrıca doğru bilgi verin çocuklara lütfen, madem eğitici olacaksınız doğruyu anlatın. O yumurtanın menşei ne? Organik mi, serbest gezen tavuk yumurtası mı nedir yani? Tombulsa çift sarılı mı oluyor bilelim. Ayrıca niye tombul, tombullar alınmasın sonra bi düşünmek lazım dimi!

Elimde kumanda, tek tek çizgi film izlerken ben kaptırmışım kendimi. Benim çocuk hiç oralı değil ama anası olacak ben, resmen dalmışım televizyona. Ve üstelik de çizgi filmlere çemkiriyorum!

Yok olmaz bu böyle dedim, kapattım televizyonu aldım elime kitabı okumaya başladım benim pıntıra, saçını okşaya okşaya okudum elimdekini. Aaa uyudu bile!

 

Ben şimdi anne mi oldum?

ayaklar

İlk defa bir yazı yazarken bu kadar çok heyecanlandım. Kafamdakileri, duygularımı anlatmak gerçekten çok zor… Parmaklarımın yavaş çalışmasının bir sebebi uykusuzluk, diğeri de kulağımın “ağladı mı” diye tetikte oluşu. Sandalyeye kıçımın ucuyla oturuyorum çünkü her an yerimden fırlamaya hazır füze gibiyim. Çünkü ben bir anneyim artık!

Şaka gibi. Ben anne oldum ya! Hala inanamıyorum. Evlilik, çocuk bana ne kadar uzak şeylerdi oysaki. Ama şimdi kucağımda minnak bir oğlum var. Ve artık onunla ilgili maceralarımı yazmamın zamanı geldi…

 

Hay aksi bir sorun oluştu!…

Hamile olduğumu ilk öğrendiğimde şoke olmuştum. Bu duruma verdiğim ilk tepki de “Bu yaz rakı içemeyecek miyim!” sözüydü. Bir kadın normalde hamile olduğunu öğrendiğinde çok sevinir, havalara uçar falan dimi? Bendeki tepkiye bakın! Twitter ekranındaki “hay aksi bir sorun oluştu” cinsinden tepki yarattı bende hamilelik haberi.

Hayatımın şokunu hazmetmeye başlayınca artık hamilelik sendromuna “hoş geldin” demek icap etti doğal olarak. Hoplayıp zıplamalar, deli deli hareketler, kıçımı arı sokmuşçasına koşturmacalar bitti. Daha sakin davranmaya çabaladım.

Sağlıklı beslenmek en önemli yaşam felsefem oldu. Allahtan her şeyi yiyen, yemek ayırt etmeyen biriyim de zorlanmadım çok şükür. Hatta hayatım boyunca yapamadığım sağlıklı kahvaltıları bu dönemde yaptım. Simit poğaça çay devri bitti yani.

Ama her gün tartının üzerine çıkıp “kaç kilo aldım acaba” paranoyası 9 ay sürdü. İlk aylarda gayet normal giderken, yedinci aydan sonra bedenimdeki değişikliğe ve hızla aldığım kilolara artık müdahale edemez oldum ve tartılma seansları 15 güne çıktı. 49 kilo ile başladığım hamilelik maceram 69 kiloyla son buldu.

Tamı tamına 20 kilo aldım! Naim Süleymanoğlu’nun dişi versiyonu gibiydim vallahi! Hatta ondan bile daha şişman duruyordum! Ellerim, kollarım, bacaklarım bana ait değillerdi sanki. Ronaldo vari bacaklarıma, varil gibi göbeğime, boksör gibi kollarıma giyecek bir şey bulmak ise tam bir işkenceydi.

Şu siyah taytı bulandan Allah razı olsun, o olmasaydı 9 ay boyunca ne giyerdik acaba? Gardıroptaki 34 beden kıyafetlerime gözü yaşlı bakmışlığım çoktur…

Hatta bir keresinde “ne giycem ben” çıldırmacısıyla işi inada bindirip, siyah mini eteğimi kamyon tekerleğine dönen kıçımdan geçirmeye çalışırken caartt diye yırtılıverdi canım yepisyeni etekçiğim! Böylelikle diğer kıyafetlerimi de ziyan zebil etmemek için XXL beden yeni kıyafetler almamın zamanı geldiğini kabullendim.

Kıyafet işi hadi bir derece kolaydı ama asıl sorun ayakkabı! 36 numara olan minnak ayaklarıma 43 numara erkek terliği bile olmadı desem? 13 pontluk rengârenk stilettolarımı her seferinde inatla ayağıma geçirmeye çalıştığım doğrudur! “Belki bugün ödemim inmiştir” diye beyhude çabaladım aylarca…

Çorap desen zaten hiç giyemedim, kavanoz dibi gibi olan ayak bileklerime ancak erkek çorabı olabildi!

Normalde çok üşüyen ben, hamilelikte yandım yandım kavruldum yeminle! Haziran ortalarına doğru içimdeki yün fanilayı ve yatağımdaki elektrikli battaniyeyi çıkartabilen titrek anemiklerden olan ben, hamileliğimin denk geldiği kış döneminde ip askılılarla dolaştım. Zavallı kombi koca kış boyunca minimumdan üstününü göremedi.

Yattığım yerden kalkmak! İşte o anlarımı videoya alsam kesin tıklanma rekoru kırardı. Şimdi bir kaplumbağa düşünün, şöyle en babasından heybetlice. O kaplumbağanın kabuğunun üstüne ters döndüğünü düşünün, hah işte ben! Birinin yardımı olmadan asla yataktan kalkamıyordum. “Ben bu haldeyken deprem falan olmasın maazallah” diye dua ediyordum.

Hamileliğin en güzel tarafı içindeki varlığın hareketlerini hissetmek. Onunla konuşunca tepki vermesi dünyanın en güzel ve tuhaf olayı. Gerçi ben bu noktada da yine gariplikler yaşadım, zaten yaşamasaydım şaşardım! Üçüncü ayda midemde ve barsaklarımda garip hareketlenmeler hissettim. Sanki gazım varmış gibiydi. “Üşüttüm herhalde” deyip gaz giderici ilaç içtim.

Bir hafta falan böyle ilaç içmeye devam ettim ben ama içimdeki hareketlenme geçeceğine daha da çok arttı. Rezene içtim, ayağıma iki çift çorap giydim, üşütmeye bağlıdır diye ne bulduysam denedim ama yok arkadaş barsaklarım kımıl kımıl oynuyor! Sonra doktora kontrole gittik, “artık bebeğin hareketlerini hissetmeye başlamış olmalısınız” dedi doktor ve ben o an ne halt yediğimi anladım!

Benim gaz sancısı sanıp habire ilaç içtiğim şey meğerse bebişin hareketleriymiş iyi mi! Ah benim salak kafam ya! Sonra aldı mı beni bir korku. Ya ilaç içtiğim için bir şey olsuysa diye kendimi yedim günlerce. Doktora da utana sıkıla söyledim böyle yaptım ben diye, adamcağız kibarlığından bir şey demedi ama içinden kesin “mal bu kadın” demiştir!

Ondan sonraki dönemde her kontrole gittiğimde ultrason cihazı en yakın arkadaşım oldu. Bebişin her hareketini görmek, iyi olduğunu bilmek, parmaklarını saymak, kafasını ayaklarını kollarını ölçtürmek, geçen sefere göre boyu ne kadar uzamış kaç gram kilo almış hesapları yapmak en temel meşgalem oldu. Hatta işi abartıp eve bir ultrason cihazı almayı bile düşündüm.

Kiloydu, ne giyeceğim derdiydi falan bir yere kadar halloluyor ama şu hamilelik duygusallığı ayrı bir dert vallahi! Normalde katır inadı olan ben, duygusallığın yanından bile geçmezken hamileyken salya sümük ağlıyordum her şeye. İnsan yerde gördüğü karıncaya ağlar mı ya? Ben ağladım işte! Vay efendim bu karınca ya yolunu kaybettiyse, onun bebeleri de bekliyorsa, omzunda cüssesinden kat be kat ağır yük taşıyor da…. Bildiğin karıncaya oturdum höykürerek ağladım!

Haa bir de en önemli sıkıntı “çatlağım oldu mu?” korkusuydu! Aynanın karşısında saatlerce orama burama bakıp, elimle vücudumu karışlayıp kontrol etmişliğim çoktur. Yok bilmem ne yağı, yok şunun sapı, yok bunun püskülü, şu krem bu yağ derken sabahtan akşama kadar güreşe hazır Kırkpınar pehlivanları gibi dolaştım evin içinde. Allaha çok şükür milim çatlak olmadı! Bu arada o kremlerin yağların hiçbir fonksiyonu yok, önemli olan genetik miras anacım!

İnsanın huyunu suyunu değiştiriyor bu hormonlar. Sen, senlikten çıkıyorsun içine başka biri giriyor yeminle. Normal zamanda kızacağın şeye kızmıyorsun, kızmayacağın şeye tepe tüyün kalkıyor, ağlamayacağın şeye ağlıyorsun. Garip bir durum yani, yarı delilik gibi bir şey işte… Delirmemek mümkün mü ayrıca, limondan karpuz çıkıyor kolay mı?!

 

Ay ben nasıl doğurcam bunu?!

Öyle böyle derken geçti gitti koskoca 9 ay. Ve zurnanın zırt dediği yer geldi çattı! Doğum zamanı gelince sakinliğimi korumaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Ödüm kopuyordu çünkü. Eğer öyle bir seçenek varsa şayet, doğurmaktansa sonsuza kadar içimde tutabilirdim ben bu çocuğu! Ama tabii ki öyle bir seçenek yok, el mecbur doğuracaktım. Ama nasıl?

İşte bu noktada evren sesimi duydu da bana torpil geçti! Benim gibi her şeyi enteresan bir kadının çocuğu da enteresan olur yani! Bebişim de benim gibi inat olduğundan zaten 9 ay boyunca doğru düzgün yüzünü göstermemişti, şimdi de doğum zamanı gelmesine rağmen normal doğum pozisyonunu almadı. Kafası hala yukardaydı yani. Bu durumda normal doğum yapamayacağımdan mecburen sezaryen yapmak durumundaydım. Ama gel gör ki ben ondan da korkuyordum!

Genel anestezi ile uyuyup ya uyanamazsam, oksijen vermeyi unuturlar da ölür kalırsam masada, evladım ben ölürken doğarsa, doğar doğmaz anasız kalırsa, ya anesteziden ayılırken kusarsam, saçma sapan şeyler söyleyip küfür falan edersem rezil olursam tüm sülaleye!

Allahım bu ne bitmek tükenmek bilmeyen bir ikilem ya! Ay ben ne yapacağım şimdi? Nasıl doğurcam bu çocuğu? Çok korkuyorum ya çok hem de…

Neyse ki tıp ilerlemiş anacım! “Belden aşağı uyuşturdular beni, hem acı hissetmedim hem de bebeğin doğuşunu gördüm” dedi bir arkadaşım, tamam dedim işte benim yöntem bu! Kontrol manyaklığı var ya bende, göreceğim bileceğim her şeyi ya, bu yöntem uydu bana. Zaten başka seçenek de yoktu!

Doğum yapacağım gün ölüyordum heyecandan. Daha doğrusu korkudan! Eğer izin verseler bir şişe viskiyi dikecektim kafama, o derece yani. İzin vermediler tabi!

Ben de heyecanımı yenmek için kendimce yöntemler geliştirdim, kuaföre gittim. Saç, makyaj, fön Allah ne verdiyse süslendim püslendim. Sanki doğuma değil de düğüne gidermiş gibi hazırlandım gittim hastaneye.

Yolda giderken de çantamdaki küçük not defterine vasiyetnamemi yazdım! Ölür kalırsam evladıma iki çift lafım olsun, anama babama kardeşime özür filan dileyeyim bari dedim.

Ölmedim çok şükür, o yazdıklarımı da kimseye vermedim. Sonradan millet okuyup da “ne salakmış bu” demesinler bari diye yırttım attım.

Vardık hastaneye, çıktık odaya. Hemşireler geldi, önce bir iğne yaptılar bana sonra ameliyat elbisesi giydirdiler. Sanırım sakinleştirici gibi bir şey yapmış olmalılar çünkü ben hafiften şehla olmaya başladım.

Üstümdeki elbiseyi çok beğenip, etek uçlarından tutarak laayy lay laay diye Polyanna gibi odada seke seke dolaşmaya başladım. Allahtan kardeşim hemen yetişti de topladı beni!

O kâğıttan bozma elbise vari şey bildiğin önlükmüş ve arkası yokmuş! Ben kıç baş ortada sekip duruyormuşum ortada! Beni aldı mı bir gülme! Durduramıyorum kendimi ama, deli gibi gülüyorum her şeye. Sinirlerim gevşedi iyice.

Sonra bir anda odaya bir sürü görevli geldi, dediler “vakit tamam gidiyoruz”! Haydi Abbas vakit tamam!… Ahan daaa sıçtık….

Yattığım yatakla odadan çıkarttılar, asansöre doğru götürdüler. O ana kadar gülen kıkırdayan ben, asansöre bindiğim anda ağlamaya başladım. Zangır zangır titriyorum korkudan!

Ameliyathaneden önce hasta bekleme odası gibi bir yere aldılar beni. Bir ara baktım ki yalnızım, kimse yok etrafta, yataktan inip kaçmaya çalıştım. Sonradan aklıma geldi ki benim kıçım açık! Bu halde de kaçılmaz ki!

Girdik ameliyathaneye, beni cenin pozisyonunda oturtup omuriliğimden iğne yaptılar. O anda bildiğim ne kadar dua varsa, kuantum evren melekler çakra geçmiş şifası bilumum enerjileri yolladım kendime. Hatta Kunut Duasını yarısına kadar hatırlayan ben, o anda şakır şakır okudum valla!

Öküzü bile bayıltan cinsten yaptıkları iğneye rağmen korkudan ve heyecandan “ben uyuşmadım” diye yıktım ortalığı. “Ayaklarını oynat bakalım” diyince doktor bir halt edemediğimi fark ettim. Bildiğin felç olmuştum ya! Bacaklarım ayaklarım yoktular! Hissetmiyordum hiçbir şey…

Üzerimdeki önlükten bozma elbiseyi caartt diye yırttılar ve etek ucundan tutup kaldırarak baş hizamda paravan vari bir şekilde örttüler. Aman Allahım bütün vücudum anadan üryan halde masada mı yatıyor şimdi?!!!

Bildiğin hamamda göbek taşına yatmış gibi hissediyorum kendimi! Ama orada bile üstünde peştamal olur insanın! Çırılçıplağım ya bildiğin çıplak halde yatıyorum orada! Tamam anladık bacaklarımı hissetmiyor olabilirim ama şuurum açık yani, görüyorum her şeyi!

Bunu bana hiç kimse söylememişti, böyle Hacı Şakir kalıp sabunu gibi yatacaksın 10 kişinin önünde dememişti kimse! Çok utanıyorum ya! Allah vere de gözümden kaçan kılım tüyüm kalmamış olsa bari!

Amaann neyse ne yaa, beni burda canlı canlı kesecekler benim düşündüğüm şeye bak! Hem doktora ayıp olmaz derler dimi?

“Evet başlıyoruz” dediklerinde içime bi serinlik geldi, gözlerimde karartı oluştu. “Aha ölüyorum işte! Münker ve Nekir melekleri şimdi gelecek, sıçtın kızım” dedim. Hâlbuki tansiyonum düşmüş sadece!

Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden akacak diye beklerken ben vııyaakkk vıyaakkk diye bir ses geldi!

Maviş gözlü ponçik bakışlı sarı pipili bir oğlancık getirdiler yanıma… O bana baktı, ben ona… O ağladı, ben ağladım… Öptüm yanağından usulca…

Bu benim mi şimdi? Ben anne mi oldum şimdi?…

 

Devamı gelecek…

Benim minnak oğluşumla ilk tanışmamız ve sonrasında yaşadıklarımı okumanız için azcık sabır 🙂

 

 

 

 

 

Espri…

wpid-gülen-kadın.jpg.jpeg

Bazen çok korkuyorum…

Sevdiklerimi kaybetmekten… Televizyonda öyle haberleri izleyemiyorum,  bakamıyorum hemen kanalı değiştiriyorum.

Çok etkileniyorum çünkü. Günlerce aklımdan çıkmıyor,  rüyalarıma giriyor. Bir ölüm haberi duyduğumda kendimi ölen kişinin kızının yerine koyuyorum ister istemez.

Nasıl üzülmüştür, nasıl mahvolmuştur, ağlarken gözyaşları kurumuş mudur, annesinin babasının kardeşinin mezarına gitmeye cesaret edebilmiş midir hep düşünüyorum…

Allah’a şükür ediyorum her zaman, bu yaşıma kadar ailemi yanımda tuttuğu için. Sevdiklerimden kaybettiklerim oldu zamanında.. Eski sevgililerimden, çok yakın arkadaşlarımdan vefat edenler oldu.. Acıları hala içimdedir. Aylarca kendime gelemedim onların cenazelerinden sonra. Allah kimseye yaşatmasın derler ya, elbet herkes bir gün yaşayacak. Kaçınılmaz sondur ölüm neticede.

Ölümden korkum yok benim, sadece yarım kalmışlık hissi var bende. Yetişememişlik, yetememişlik..

Anneme babama kardeşime sevgimi yeterince gösterebildim mi hep bir muammadır içimde. Kendimle ilgili en büyük çelişkim, üniversiteydi işti falan derken anneme babama yeterince zaman ayıramamak, onların yanında olamamak hep üzmüştür beni.

Çalışıyorum ama niye, bunca koşturmacaya değer mi diye çelişkide kalmışımdır. Keşke şartlar müsait olsaydı da ailemin yanında kalabilseydim, orada çalışabilseydim. Ama işte hayat mücadelesi.. Seni bir yerden alıyor, bir yere koyuyor ve müdahale edemiyorsun bazen.

Yaklaşık 23 senedir ailemden ayrı yaşıyorum. Fiziki olarak onlardan ayrı olsam da her an yanımdalar çok şükür. Özellikle de annem, mütemadiyen her gün en az on kere arar. Hatta bazen de bunaltma seviyesine girer.

Mütemadiyen annem beri arar…

Sabah alarmdan önce arar mutlaka, “kalktın mı” diye aramazsa ben ararım “hayırdır uyanamadın mı” derim. Evden çıkıp işe giderken yolda arar “yolda mısın, aman dikkatli kullan” ya da “servise bindin mi” diye sorar. İş yerine gidince “vardın mı? Hadi hayırlı işler kızım bereketli kazançlar” der. Saat 10:30 gibi arar “kahvemi içiyorum çekirgem sen napıyorsun?” der. Öğlen saat 13:30 gibi arar “ne yedin, yemek güzel miydi” diye sorar.

Akşama kadar bu aramacalar geldin mi, gittin mi, evde misin, ne pişirdin, ne izliyorsun, bak şu dizi var aç izle, yattın mı, duş aldın mı, fazla sigara içme, ilaçlarını içtin mi, yarın yağmur yağacakmış şemsiyeni al, sıkı giyin üşütme, kapını kilitledin mi, sabah kaldırayım mı gibisinden en az elli kere daha devam eder..

Bazen arkadaşlarımın yanında denk geldiğinde garipserler bu durumu. “Aaa ne çok arıyor annen hayırdır” derler. Olsun, ben memnunum bu durumdan. Allah sağlıklı ömür verirse eğer, 20 sene daha yanımda ya olurlar ya olmazlar.. 72 yaşındalar çünkü. Onlarla geçireceğim her dakika benim için çok kıymetli. Birlikte çekildiğimiz fotoğrafları özenle saklarım mesela. Aynı pozdan beş tane bile olsa hepsini ayrı ayrı incelerim. Bak burada babam biraz daha fazla gülmüş, annem nereye bakıyor, kaşlarını niye çatmış öyle diye sorgularım…

Bu kuvvetli bir bağdır bence…

Annemin, babamın, kardeşimin beni sık sık aramasından asla rahatsız olmam. Bu kuvvetli bir bağdır bence.

Hatta telefonuma bu görüşmeleri ses kaydı olarak kaydediyorum. Bazen teker teker dinliyorum. Sesim nasıl çıkmış, isteksiz mi konuşmuşum, oflayarak nefes almışım bak burada, annem üzülmüş müdür, yoğun olduğumu anlamış mıdır hep sorarım kendime..

Asla meşgule atma huyum yoktur, arayan kim olursa olsun! Çok yoğunsam bile açarım “daha sonra arayayım ben seni müsait değilim” derim mutlaka. Onlardan uzakta yaşıyorum neticede, ya o anda çok çok önemli bir şey söyleyecekse diye düşünürüm hep.

Ailesiyle bağırıp çağırarak, yüksek sesle konuşanlardan hiç hazzetmem! Ailesine saygısı olmayanın başkasına saygı duymasını beklemezsin çünkü. Ben biriyle görüşmeye başladığımda, O’nun ailesine nasıl davrandığını izlerim önce!

“KİM O YANINNDAKİİİ??”

Seneler evvel çalıştığım işte, müşteri ziyaretine gitmiştim bir gün. Telefonumu arabada unutmuşum. Müşteriyle görüşmem 20-25 dk. falan sürdü, arabaya bindiğimde telefona baktım tam 47 çağrı!

Annem babam kardeşim hepsi defalarca aramış!  Dedim kesin birine bir şey oldu!

Annemi aradım hemen; “KİM O YANINNDAKİİİ??” Nasıl bağırıyor ama anlatamam!! Sinirden ağzından alevler çıkıyor kadının! 

“Kim kim anne, ne diyorsun? ” dedim. “Kim o yanındaki diyorum sana!!! Ver bakayım o pezevengi sen banaaa!”

Hayydaaa… Annem küfrettiyse kesin işler karışmış demektir! 

“Anne valla kimse yok yanımda,  müşteriye gittim telefon arabada kalmış!” desem de anlatamıyorum kadına.

Babam aldı telefonu, “Kızım bak kötü durumda mısın söyle bize. Biri seni kaçırdıysa ve konuşamıyorsan iki kere öksür anlarım ben!”

Şifreli konuşma niye yaa!!!

“Yok babacım öyle bir şey nerden çıktı nooldu anlatın bakayım” desem de yok sakinleştiremiyorum bizimkileri.

Arkadan annemin sesi geliyor, “kızı kesin kaçırdılar, tehdit ediyorlar ara hemen polisi!!” diyor annem ağlayarak..

Ne kaçırması ne polisi yaa?? “Durun sakin olun ben iyiyim valla billa geliyorum şimdi yanınıza” dedim ve bastım gaza..

Eve bir gittim, bütün komşular toplanmış sanki cenaze evi tööbe estafurullah.. Annem de babam da sarılıyor bana… Dedim “anlatın bakalım nooluyo niye alevlendiniz siz?”

Gazozuna ilaç attım!

Annem beni aramış her zamanki gibi. Telefonu bir erkek açmış! “Aradığınız kişi şu anda yanımda mışıl mışıl uyuyor çünkü gazozuna ilaç attım hahahhahahhaaa” diyen bir erkek!!

Annem adamla kavga ediyor tabi; “Sen kimsin kızım nerde bana Zoi’yi ver çabuk gelirsem oraya senin kafanı kırarım pis ahlaksız rezil!”..

Annem bağırdıkça adam sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor bizimki deliriyor! Kapatıp bir daha arıyor, yine aynı sözler.. “Seni utanmaz arlanmaz ne yaptın kızıma söyle”…

Babam arıyor “Seni doğduğuna pişman ederim eşşooğğluu eşşekkk” (babamın da tek küfrü budur zaten)

Polisi arıyor bizimkiler, kızımızı kaçırdılar diye. “Kızınız reşit bir birey, 24 saat dolmadan bir şey yapamayız” deyince bizimkiler iyice çıldırıyor tabi. Annemin tansiyonu çıkıyor, komşular kolonya döküyor bileklerine falan..

Katıla katıla gülüyorum…

Onlar bunları anlattıkça beni aldı mı bir gülme.. Katıla katıla gülüyorum ama.. Ayy siz çok alemsiniz yaa dedim kahkaha atarak..

Koydum telefonu masaya, annemden aradım kendimi “Bak yine aynı adam… Senin etlerini kopartırım piççç!” diye bağırıyor annem telefonda hala!

Koltuktan düştüm bu sefer gülerken.. Oyyy içim şişti dedim bi durun yaaa…

Dedim ki; “Bakın bu telefonun özelliği. Yani birisi aradığında normal çalma sesi yerine bu espriyi dinliyor. Konuşan da Beyaz! Beyaz’ın psikopat tiplemesi.. Şaka yani espriyi yani.. Arayanlara komiklik olsun diye..”

Annem durdu, gözlerini sildi baktı baktı bana.. “Senin esprine sıçarım ben!” dedi koptum yine….

Hala gülerim bunu hatırladıkça… Allah sizleri başımdan eksik etmesin yaa komik insanlar..