Anna Karantinaaaaa…

Cama çıkıp “imdaaattt!” diye bağırasım var yeminle.

Adına tükürdüğümün coronası geldi bizim jenerasyonu buldu milyar yıllık dünyada.

Yok Çinlinin biri yarasa mı yemiş (zıkkımın kökünü yiyeseciler), yok bu virüs labroratuvarda mı üretilmiş diye araştırmaktan her birimiz bilim kurulu üyesi kıvamına geldik.

Hayır yani bu illetin çıkış sebebini bulsak ne olacak ki? Ölen binlerce insanı mı geri getirecek yoksa bizim domestik sendromumuzu mu çözecek?

 

Tıkıldık kaldık işte haftalardır evlere!

Kimseciklerle görüşmeden ev içinde dipdipe yaşıyoruz kafese konmuş sirk maymunları gibi.

Yetmiş yaşındaki anam bile öğrendi vatzapdan görüntülü konferans konuşmasını. Ekran karpuz gibi dörde bölünüyor anam-babam-kardeşim-ben konuşunca. Bir de gözler iyi seçmediğinden telefonu yakınlaştırdıkları için, anamın babamın burnuyla konuşuyoruz ister istemez!

Çöp poşetinden kürdana kadar her şeyi internetten sipariş verir oldum ben de herkes gibi. Markete gitmeye korkuyorum çünkü. Son verdiğim siparişi alışveriş sitesi yoğunluktan üç partide gönderebildi.

Yarım saat sonra kargocu tekrar geldi, elindeki şeffaf poşeti iteleyerek “abla pedi de şimdi gönderdiler” dedi, rezil oldum adama.

 

Baktım ki bu işin sonu yok!

Giydim Ninja kıyafetimi, ağız burun eller saç baş kapalı, tek göz ortada ya Allah dedim gittim markete. Bir elimde dezenfektan şişesi bir elimde mendil, sosyal mesafenin tillahı ile aldım ihtiyaçlarımı geldim kasaya. Kredi kartı ile temassız ödeyerek hemen dışarı attım kendimi. Kontağı çalıştırmadan bankadan mesaj geldi “bu ayki market harcamanız geçen aya göre fazla!” Haddiiii caanımmm ciddi misin dedim ekrana bakarak!

Arabanın bagajına özel tek kullanımlık hasta yatak bezi sermiştim zaten, market poşetlerini üstüne dizdim. Eve çıkartınca balkonda attım aldıklarımı. 8 saat havalandırdıktan sonra eldivenlerimi maskemi takıp her ürünü tek tek domestoslu suyla köpükledim.

Kendimi öyle bir kaptırmışım ki un paketi suyu yiyip de çamur gibi olunca “aaaa yetti gari” dedim fırlattım elimdekini.

 

Dışarı çıkmak ayrı bir sorun, eve girmek apayrı bir sorun!

Kapıda soyunmaya başlıyorum tepeden tırnağa eve girmeden. Ayakkabılar gariplerim çamaşır suyuyla yıkanmaktan ağzı yüzü kaydı, ya hayret bir şey!

Evde her gün bir şişe çamaşır suyu bitiyor. Kapı kolu, tuvalet, lavabo, yerler, kapı pervazı, perde kornişleri, bulaşık makinesinin kapağını açınca altta kalan kısmı, dolap içleri, çekmece alt tabanları, duvarlar aklına neresi gelirse artık…

Ev ev değil bildiğin Hacı Şakir kalıp sabun üretim tesisi gibi kokuyor mübarek.

 

Bi taharetlenmediğimiz kaldı domestosla!

Onu da düşünmedim değil ama tırstım alerji olurum falan diye. Bi de bu şartlarda hastaneye de gidemem. Hem gitsem ne diyeceğim? “Doktor bey ben kıçımı domestosla yıkadım” desem adama beni doğruca psikiyatriye gönderir yeminle!

En doğal çözüm olarak beyaz sirkeyi sulandırıp yıkadım her yerimi.

Azcık turşu gibi kokuyorum sanki bana öyle geldi de bilemem tabi. Şu karantina döneminde koklatacak kimsem de yok ki test edeyim kokuyor muyum diye.

Bu duruma çare olarak 3 yaşındaki oğlum Kemal Ata yetişti imdadıma. “Kokla bakim annecim beni” dedim. Benim bıdık güzel şeye “çikolata gibi” diyor çünkü. Bi kokladı beni “iiyyyyyennççç” dedi ve ben ondan sonra bıraktım sirkeyle yıkanmayı. Sonra bastım kendime kolonyayı, diktim şişeyi tepeme boca ettim her yerime.

 

Oldum size Eyüp Sabri Tuncer!

Çakmakla yaklaşsan yanacak kıvamdayım sürdüğüm kolonyadan o derece yani. Zaten deterjanlardan ellerim çatlamıştı, bir de bu dezenfektan ve kolonyadan dolayı ellerim ve bütün vücudum egzamaya bağladı iyice. Hatır hatır uyuz kediler gibi kaşınıyorum, her yerim kabardı halı gibiyim. Bir de öylesine tatlı tatlı acımtırak yanma hissi var ki off evlere şenlik!

Benim gibi temizlik hastası bir başak kadını için yemin ediyorum işkence gibi bu karantina.

Temizlik ürünü ve aleti olarak internetten her gördüğümü aldım. Çok beğendiklerimi şimdiye kadar neden akıl edip de almamışım diye hayıflandım. Ama itiraf etmeliyim ki çok sinir olduğum ve büyük hayal kırıklığı yaşadığım cam silme aparatı tam bir fiyasko çıktı.

Üçgen şeklinde, cama içten ve dıştan yapışan mıknatıslı bir alet. Nasıl da sevinmiştim oysa “ohh bununla her gün camları silerim artık” diye düşünmüştüm.

Bir boka yaramadı anacım! Mıknatıs camı tutmadı. Bin kere denedim ama olmadı, attım çöpe. Ürünü aldığım siteye döşendim tabi o sinirle, şak diye engeli bastılar bana!

Evi yeri temizlemekten helak olan ellerime bakımlar yapmaya başladım. El, yüz, saç, bacak orası burası derken bildiğin Banu Alkan modunda dolaşıyorum evde.

Saçımda havlu, üstümde bornoz, bacağıma bilmem ne kremi, yüzümde falanca maske… Havuz kenarına parmak ucumun ilk boğumuyla basarmış edasıyla salondan mutfağa geçiyorum görmeniz lazım.

En son geçen gün Kemal Ata yüzümdeki altın maskeyi görünce “çohh saçma bişi bu” dedi ve bana örümcek adam oyuncağını fırlattı. Neymiş efendim örümcek adam olmuş ve benim yüzüme ağ atmış! (Ağ da altından yalnız dikkatinizi çekerim!)

Örümcek adamla konuşmalar, Hulk’la sohbet etmeler, Pijamaskeliler’le yemek yemeler, Heidi ve Peter’i şirret Teressa’ya karşı uyarmalar, Rafadan Tayfa’daki Hayri’ye “az ye!” diye çıkışmalar…

Ben şu anda oyuncaklarla ve çizgi film karakterleriyle bildiğiniz sohbet ediyorum ciddi ciddi!

Banyoya elimi yıkamaya giderken Bulmaca Kulesi’ndeki Aslı ve Mert gibi dans edip şarkı söylüyorum “hadi güzel arkadaşım elini yıka” diye.

Normalim dimi??!!!