Dayan…

Bir bahar günü.
Gökyüzü sakin, limonata kıvamında hava.

Akşam saat 5 gibi.
Oturdum ütülü, beyaz masa örtülü denize karşı köşeme.

Güneşi batırırken büyükçe yudumladım sek’imden..
Tabağımda biraz Ezine, karşımda yalnızlık…

Garsonlar artık sormuyorlar “kaç kişi olacaksınız?” diye, onlar da alıştı ben ve yalnızlığıma.
Masada tek servis, tek kadeh.

Oysa ki ne çok isterdim şimdi karşımda olmanı.
Şakşuka sever miydin acaba, bilmiyorum hiç.
Rakıya su katar mıydın, “kavun da olsun” der miydin keşke bilebilsem..

Sen karşımda olsaydın da sussaydık da olurdu beraber…
Yaşadıklarımıza hayretle, yaşayamadıklarımıza uhde ile gözlerimiz dalsaydı ufka…
Derin bir iç çekişle bugüne şükreder miydik birlikte?


“Aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım, geceleri rüyamda ismini sayıkladım” derken Müzeyyen abla, ellerimi tutar mıydın usulca, sevgiyle?


Uzaklara dalardı gözlerin, ben yine hapsolurdum kirpiklerine..
Alnındaki çizgileri ezberlemiştim, yenilerini görebilir miyim acaba karşımda olsaydın?


“Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü” diye birlikte eşlik eder miydik yoksa Müzeyyen ablaya?


Bilemiyorum güzel gözlüm, bilemiyoruz…
Aynı havayı soluduğumuz, aynı göğe baktığımız gün olur mu bilemiyorum..
Şu anda tek bildiğim dayan yüreğim dayan diyebilmek…
Şarkının da dediği gibi, gün gelir acılar ezberlenir…
İyileşir zamanla yaralarımız ..
Dayan…

Yanımda Duruyoo…

O kadar çok şanslıyım ki şükürler olsun, annem gibi bir neşe kaynağım var. Karadeniz kadınıdır annem, acayip zeki, hazır cevap, hafif atarlıdır kendisi.

Neşesi boldur, çokça da eğlendirir lakin bunu bilinçli olarak yapmaz. Yani “şöyle bir espri yapayım da millet gülsün” demez asla, aksine çok ciddidir.

Karadeniz’in huyundan mı suyundan mıdır bilemem ama oranın insanı çok zeki olduğu kadar, akıllarının durduğu bir an vardır. Hah işte o anlarda annem şahane ötesi oluyor.

Geçen akşam beni aradı annem. Telefonda nasıl bağırıyor, nasıl sinirli görmeniz lazım. Neye sinirlendiğini de bilmiyorum, anlamaya çalışıyorum o sırada. Diyalog aynen şu:

Annem:         Fırlatıp atıcam şu telefonu!

Ben:               Ne oldu anne, hayırdır?

Annem:         Telefona bi haller oldu, yazılar çıkıyo ekranda. Okuyamıyorum da!

Ben:               Ne yazıyor ekranda?

Annem:         Ay ne bileyim! Telefonumu dinliyorlar!

Ben:               Saçmalama anne yaa, kim neden dinlesin seni?

Annem:         Hem dinliyorlar hem de yanımda duruyorlar!

Ben:               Kim duruyor yanında anne? Babam mı?

Annem:         Ay bırak babanı ya, içerde o, açmış televizyonun sesini sonuna kadar, ev oldu ana haber stüdyosu!

Ben:               Kim o zaman yanındaki anne? Komşu mu geldi?

Annem:         Yok komşu değil, yanımda duruyomuş ama ben göremiyorum!

Ben:               Yakın gözlüğünü taktın mı sen?

Annem:         Asslııııııı!!!! Sıçtırtma bacana! Bunak mıyım ben!

Ben:               Yok annem estağfurullah da anlayamadım ben. Kim var yanında?

Annem:         Kimse yok işte ama yanımda duruyo!

Ben:               Tövbeler olsun anne korkutma beni üç harflileri mi gördün yoksa sen?

Annem:         Selamün kavleeennn öyle değil ya!

Ben:               Eee ne peki anne? Tansiyon ilacını içtin mi sen?

Annem:         Şuna bak heleee! Sıçtığım bok benimle dalga geçiyo!

Ben:               Ya anne ne alakası var ya, ne dediğini anlamıyorum!

Annem:         Yanımda duruyomuş işte ama ben göremiyorum!

Ben:               Işınlanma icat edildi de ilk sende mi deniyorlar nedir yani?!

Annem:         Eşşeğin ayaaaa Aslı emi! Dalga geçme benimle!

Ben:               Kim duruyo yanında be kadın delirtme beni!

Annem:         Telefonun ekranında yazıyo işte “Yanımda Duruyo” diye!

Ben:               ppuuaaahhaaaaa hahahhahahahhahaaa….

Annem:         Çaattttt!!!! (telefonu kapattı!)

Koptum….. Gülmekten konuşamadım…

Yerlere yattım kahkahalar atarak.

Jeton geç düştü bende ama olayı anladım sonunda.

Annemin GSM operatörünün bir uygulaması var, adı “Yanımda”

Annem artık nereye bastıysa bilemiyorum, uygulamanın ayarlarını bozmuş.

Ekranda da “Yanımda Duruyor” yazıyor.

Aradım hemen komşumuzu durumu anlattım.

“Annemin telefonundan o uygulamayı kaldır, telefonu temizle” dedim.

Sağ olsun halletmiş çocuk.

Sonra annem aradı beni “Aslıııı söylemedin dimi benim dediklerimi?

Rezil olmayayım konu komşuya!”

Annem sen çok yaşa emi….

Aklıma geldikçe hala gülüyorum: YANIMDA DURUYO :))

Anna Karantinaaaaa…

Cama çıkıp “imdaaattt!” diye bağırasım var yeminle.

Adına tükürdüğümün coronası geldi bizim jenerasyonu buldu milyar yıllık dünyada.

Yok Çinlinin biri yarasa mı yemiş (zıkkımın kökünü yiyeseciler), yok bu virüs labroratuvarda mı üretilmiş diye araştırmaktan her birimiz bilim kurulu üyesi kıvamına geldik.

Hayır yani bu illetin çıkış sebebini bulsak ne olacak ki? Ölen binlerce insanı mı geri getirecek yoksa bizim domestik sendromumuzu mu çözecek?

 

Tıkıldık kaldık işte haftalardır evlere!

Kimseciklerle görüşmeden ev içinde dipdipe yaşıyoruz kafese konmuş sirk maymunları gibi.

Yetmiş yaşındaki anam bile öğrendi vatzapdan görüntülü konferans konuşmasını. Ekran karpuz gibi dörde bölünüyor anam-babam-kardeşim-ben konuşunca. Bir de gözler iyi seçmediğinden telefonu yakınlaştırdıkları için, anamın babamın burnuyla konuşuyoruz ister istemez!

Çöp poşetinden kürdana kadar her şeyi internetten sipariş verir oldum ben de herkes gibi. Markete gitmeye korkuyorum çünkü. Son verdiğim siparişi alışveriş sitesi yoğunluktan üç partide gönderebildi.

Yarım saat sonra kargocu tekrar geldi, elindeki şeffaf poşeti iteleyerek “abla pedi de şimdi gönderdiler” dedi, rezil oldum adama.

 

Baktım ki bu işin sonu yok!

Giydim Ninja kıyafetimi, ağız burun eller saç baş kapalı, tek göz ortada ya Allah dedim gittim markete. Bir elimde dezenfektan şişesi bir elimde mendil, sosyal mesafenin tillahı ile aldım ihtiyaçlarımı geldim kasaya. Kredi kartı ile temassız ödeyerek hemen dışarı attım kendimi. Kontağı çalıştırmadan bankadan mesaj geldi “bu ayki market harcamanız geçen aya göre fazla!” Haddiiii caanımmm ciddi misin dedim ekrana bakarak!

Arabanın bagajına özel tek kullanımlık hasta yatak bezi sermiştim zaten, market poşetlerini üstüne dizdim. Eve çıkartınca balkonda attım aldıklarımı. 8 saat havalandırdıktan sonra eldivenlerimi maskemi takıp her ürünü tek tek domestoslu suyla köpükledim.

Kendimi öyle bir kaptırmışım ki un paketi suyu yiyip de çamur gibi olunca “aaaa yetti gari” dedim fırlattım elimdekini.

 

Dışarı çıkmak ayrı bir sorun, eve girmek apayrı bir sorun!

Kapıda soyunmaya başlıyorum tepeden tırnağa eve girmeden. Ayakkabılar gariplerim çamaşır suyuyla yıkanmaktan ağzı yüzü kaydı, ya hayret bir şey!

Evde her gün bir şişe çamaşır suyu bitiyor. Kapı kolu, tuvalet, lavabo, yerler, kapı pervazı, perde kornişleri, bulaşık makinesinin kapağını açınca altta kalan kısmı, dolap içleri, çekmece alt tabanları, duvarlar aklına neresi gelirse artık…

Ev ev değil bildiğin Hacı Şakir kalıp sabun üretim tesisi gibi kokuyor mübarek.

 

Bi taharetlenmediğimiz kaldı domestosla!

Onu da düşünmedim değil ama tırstım alerji olurum falan diye. Bi de bu şartlarda hastaneye de gidemem. Hem gitsem ne diyeceğim? “Doktor bey ben kıçımı domestosla yıkadım” desem adama beni doğruca psikiyatriye gönderir yeminle!

En doğal çözüm olarak beyaz sirkeyi sulandırıp yıkadım her yerimi.

Azcık turşu gibi kokuyorum sanki bana öyle geldi de bilemem tabi. Şu karantina döneminde koklatacak kimsem de yok ki test edeyim kokuyor muyum diye.

Bu duruma çare olarak 3 yaşındaki oğlum Kemal Ata yetişti imdadıma. “Kokla bakim annecim beni” dedim. Benim bıdık güzel şeye “çikolata gibi” diyor çünkü. Bi kokladı beni “iiyyyyyennççç” dedi ve ben ondan sonra bıraktım sirkeyle yıkanmayı. Sonra bastım kendime kolonyayı, diktim şişeyi tepeme boca ettim her yerime.

 

Oldum size Eyüp Sabri Tuncer!

Çakmakla yaklaşsan yanacak kıvamdayım sürdüğüm kolonyadan o derece yani. Zaten deterjanlardan ellerim çatlamıştı, bir de bu dezenfektan ve kolonyadan dolayı ellerim ve bütün vücudum egzamaya bağladı iyice. Hatır hatır uyuz kediler gibi kaşınıyorum, her yerim kabardı halı gibiyim. Bir de öylesine tatlı tatlı acımtırak yanma hissi var ki off evlere şenlik!

Benim gibi temizlik hastası bir başak kadını için yemin ediyorum işkence gibi bu karantina.

Temizlik ürünü ve aleti olarak internetten her gördüğümü aldım. Çok beğendiklerimi şimdiye kadar neden akıl edip de almamışım diye hayıflandım. Ama itiraf etmeliyim ki çok sinir olduğum ve büyük hayal kırıklığı yaşadığım cam silme aparatı tam bir fiyasko çıktı.

Üçgen şeklinde, cama içten ve dıştan yapışan mıknatıslı bir alet. Nasıl da sevinmiştim oysa “ohh bununla her gün camları silerim artık” diye düşünmüştüm.

Bir boka yaramadı anacım! Mıknatıs camı tutmadı. Bin kere denedim ama olmadı, attım çöpe. Ürünü aldığım siteye döşendim tabi o sinirle, şak diye engeli bastılar bana!

Evi yeri temizlemekten helak olan ellerime bakımlar yapmaya başladım. El, yüz, saç, bacak orası burası derken bildiğin Banu Alkan modunda dolaşıyorum evde.

Saçımda havlu, üstümde bornoz, bacağıma bilmem ne kremi, yüzümde falanca maske… Havuz kenarına parmak ucumun ilk boğumuyla basarmış edasıyla salondan mutfağa geçiyorum görmeniz lazım.

En son geçen gün Kemal Ata yüzümdeki altın maskeyi görünce “çohh saçma bişi bu” dedi ve bana örümcek adam oyuncağını fırlattı. Neymiş efendim örümcek adam olmuş ve benim yüzüme ağ atmış! (Ağ da altından yalnız dikkatinizi çekerim!)

Örümcek adamla konuşmalar, Hulk’la sohbet etmeler, Pijamaskeliler’le yemek yemeler, Heidi ve Peter’i şirret Teressa’ya karşı uyarmalar, Rafadan Tayfa’daki Hayri’ye “az ye!” diye çıkışmalar…

Ben şu anda oyuncaklarla ve çizgi film karakterleriyle bildiğiniz sohbet ediyorum ciddi ciddi!

Banyoya elimi yıkamaya giderken Bulmaca Kulesi’ndeki Aslı ve Mert gibi dans edip şarkı söylüyorum “hadi güzel arkadaşım elini yıka” diye.

Normalim dimi??!!!

Cıncırlı Bey…

Korkularınız var mı?

Kediden, köpekten, böcekten, yılandan, kuştan, uçaktan… En çok hangisinden korkarsınız?

Sizdeki varlığını bilmediğiniz korkularınız var mı peki? Benim varmış mesela!

Evet gerçekten varlığından haberdar olmadığım bir korkum varmış: Açık alan korkusu!

Bilenler yazsın lütfen bendeki bu sonradan fırtlayan korku durumunun açıklamasını. Olabiliyor mu böyle bir şey? Yani normalde olmayan yada varsa bile kişinin bilmediği, fark etmediği ama sonradan ortaya çıkan korku/fobi oluyor mu? Yoksa bu da mı bana özel bir şey bilmek isterim, yazın bana lütfen.

Bu açık alan korkusu nasıl ortaya çıktı onu anlatayım size.

Aslında trajikomik bir olay bu yaşadığım. Anlatayım da siz karar verin bakalım, bendeki bu durum ne.

Geçen hafta sonu bir AVM’ye gittim. Oğlum için alış veriş yaptım, kitapçıdan iki tane kitap aldım. Bir yerde oturdum yemek yedim, kahvemi içtikten sonra canım film izlemek istedi. Hazır gelmişken buradaki sinemaya bakayım, hangi filmler var dedim.

Şansıma tam da izlemek istediğim güzel bir komedi filmi denk geldi. En son seansta yer bulabildim. OIsun nasılsa evde bekleyenim yok dedim kendi kendime, biraz daha kitabımı okuyup zaman geçirmeye karar verdim.

Filmin başlama saati gelince geçtim salona, gömüldüm rahat deri koltuğa. Ohh dedim keyfim ve ben baş başayız 🙂

Son seans olmasına rağmen salon hıncahınç doluydu ki bu da özellikle benim sevdiğim durumlardan biridir zira komedi filmlerinde ben insan gibi gülemediğim için, en azından kalabalıkta anırmayla karışık kahkahalarım arada kaynamış oluyor böylelikle.

En son izlediğim Bold Pilot filminde rezil olmuştum çünkü! O güzelim at mı koştu o pisti yoksa ben mi ayırt etmek zor oldu yanımdakiler için.

Film bittiğinde ayaklarım neden acıyor acaba diye düşünürken ben, arka sıramda oturanların “ablayı salsak piste Bold Pilot’dan daha hızla koşacaktı!” dediğini duyunca yerin dibine girmiştim! Sırf bu yüzden yere bir şey düşürmüşüm de arıyormuşum gibi yapıp, tüm salonun boşalmasını beklemiştim çıkmak için.

Neyse ki bu sefer komedi filmi izleyecektim ve herkes en az benim kadar gülecekti. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu çok şükür.

Tabi arada benim cıyaklamayla karışık kahkahalarımı, çok bomba bir sahnede çıt çıkmazken “haassssttrrrrr” deyişimden sonra tüm salonun bana gülmesini saymazsak!

Gülmekten boğazım şişik halde filmi bitirdim kazasız belasız çok şükür. Sinemadan çıktık, koloni halinde yürüyen merdivenlerden indik. En son seansta izlediğimiz için, film bittiğinde AVM çoktan kapanmış durumdaydı. Herkes hızlıca çıkışa gitti doğal olarak. Ama işte sorun burada başladı benim için.

Ben nereden çıkacağım?

Arabayı park ettiğim kapalı otoparkın girişi neredeydi acep? Girerken geçtiğim kapılar kapanmış ve ben girdiğim yerden çıkamıyorum! İlk girişte önünden geçtiğim mağazaları aklımda tutmaya çalışırım böyle durumlarda ama bu sefer o da işe yaramıyor maalesef hiçbirini bulamıyorum. AVM kapandığı için ışıklandırma azaltılmış ve birçok girişi de kapatılmış durumda.

Kendimi ormanda kaybolmuş Hansel ve Gretel gibi hissediyorum ve ne yazık ki cebimde ekmek kırıntısı da yok!

Çok katlı kapalı otoparkın kaçıncı katına park ettiğimi, park yerinin ne renkte olduğunu, kaç numaralı hangi harfli kolona arabayı bıraktığımı hatırlıyorum Allaha çok şükür. Ama işte oraya gidiş yolunu bulamıyorum bir türlü.

Daha beş dakika önce birlikte merdivenlerden indiğim onca insan nerede? Kimsecikler yok etrafta! Loş ışık içinde labirentte peynirini arayan kobay faresi Hamster (hazır lafı açılmışken, bununla da ilgili bir olayım var, hatırlatın bana bir ara yazayım bu Hamster maceramı da) gibi dolanıyorum koridorlarda.

On dakika sonra Hamster’lıktan deli danaya terfi ederek, depar atmada level atlamış oldum koca AVM içinde!

Sonunda bir yürüyen merdiven buldum oh dedim. Ama demez olaydım! Çünkü merdiven yürümüyor, duruyor!

O koca merdivenlerden dabada dubada langır lungur indim ve kapalı otoparka vardım.

Ay varmaz olaydım!

Koccaaa otoparkta bir tek ben varım! Önce sakin sakin, vakur ve küçük adımlarla yürümeye başladım. Ben yürüyorum, arkamda bir ayak sesi!

Dönüp bakıyorum etrafta kimse yok. Adımlarımı hızlandırdım, arkamdaki kişi de benimle birlikte hızlandı. Dönüp baktım kimse yok.

Zaten ortam loş, ışık mışık yok bir de arkamdan gelen ne idüğü belirsiz ayak sesi! Çıldıracağım az kaldı!

Çıkardım cep telefonumu, açtım kamerasını, selfie modunda videoya bastım. Arkamdan kimin geldiğini göreyim ki bana bir şey yaparsa elimdeki telefonumda kaydediyorum nasılsa, kriminale cinayet büroya canlı delil olsun yakalansın ırz düşmanı!

Yok ayol kimse! Ses var adam yok!

Kendi ayak sesimmiş boş otoparkta yankılanan!

Hadi kızım kendine gel, sakin ol saçmalama diye motive ediyorum kendimi ve hızlıca arabamı bulmaya çalışıyorum bu arada.

Etrafta ilaç için bir tane insan olmaz mı ya? Hani nerde yukarıdaki insan kalabalığı? Yok işte yok! Benim araba da yok ortada!

Sanki yer yarıldı içine girdi o kadar insan!

Acaba deprem mi oldu? Hayatta kalan tek insan ben miyim? Meteor falan mı çarptı dünyaya ha? Uzaylılar mı saldırdı acaba? Yoksa ben zamanda kırılım mı yaşıyorum nedir bu yalnızlık?

Dünyada kalan tek insan bensem şu anda, Adamoğlu’nun devamı için bana kutsal bir görev mi düşüyor acaba? Öyleyse beni maymunla mı çifleştirirler? Yok devenin nalı! Şaftın kaydı korkudan iyice mala bağladın kızım ya!

Baktım ki bu iş böyle olmayacak, kafamdaki deli sorular beni yiyecek, döndüm aynı yolu gerisin geri, girdim tekrar AVM’ye.

Girdim de, o yürümeyen merdivenleri çıkmak var şimdi bir de! Hadi koçum yaparsın sen, al bir derin nefes oohhh çeekk çek çeekk içine aferinnn bak sigarayı bıraktın iyi oldu gördün mü dedim, ya Allah bismillah deyip topukladım merdivenleri.

Kan ter içinde çıktım merdivenleri ve koştura koştura güvenlik noktası aradım. Karşımda güvenlik görevlisini görünce askerden gelen manitam gibi sevindim valla.

Adamcağızlar oturmuşlar muhabbet ediyorlar. Ben zaten kendi derdime düşmüşüm, ölmüşüm korkudan, ne konuştuklarını anlamadım ama bir laf duydum ki beni benden aldı. Ayıp olmasın diye sözlerini de kesmek istemedim. Aynen diyalog şu:

Güvenlik Görevlisi 1:“Anamlar memlekete Elbistan’a gittiler akrabanın düğününe.”

Güvenlik Görevlisi 2: “Oooo masraftasınız desene! Elbistan’ın para birimi ne hacı abi?”

Güvenlik Görevlisi 1: “Laa oğlum bi git yaa cahil!” (kahkaha patlattı abi)

Güvenlik Görevlisi 2: “Niye güldünkine? Elbistan avro mu gullanıyii?”

Güvenlik Görevlisi 1: puuuaaahhaaaaaaaa

Güvenlik Görevlisi 2: “Oraalaada rakı neyim ucuz ise getiregoysunlaaa giyeceedim ne gülüyon laa?”

Güvenlik Görevlisi 1: “De geet deli manyahhh.. Oolum Elbistan gavır memleketi deell, Kahramanmaraş’ın kazası laaa!”

Güvenlik Görevlisi 2: “hııııyyy!”

Ben tabi kendi şokumdayım o anda. Normal zamanıma denk gelse bu olay, anasını ağlatırım esprinin ama devrelerim yanmış o anda, heder ettim tatlı olayı.

Anlattım durumumu, arabamı bulamıyorum bana yardım edin dedim. Bir de tabi burnum yere düşse gururdan dönüp bakmama huyum var ya, huyum kurusun, korktuğumu da belli etmemeye çalışıyorum bir yandan.

Adamcağız anladı tabi yüzümden boncuk boncuk akan teri görünce.”Siz aşağıya inin, bir görevli yönlendiriyorum hemen size. Cıncırla yanınıza gelip size eşlik edecek” dedi.

Sevinçten atlayıverecektim adamın boynuna yeminle.

Gerisin geri indim o yürümeyen merdivenleri tekrar. Üçer beşer atladım indim aşağıya. Beklemeye başladım otoparkın kapısında. Üç beş saniye sonra cıncırla güvenlik görevlisi geldi yanıma. Ama o anda bende nasıl bir rahatlama, nasıl bir mutluluk anlatamam.

Tabi erken sevinmişim!

İnsan çok korkunca beyin hücreleri harikiri yapıyor bak bu kesin bilgi yayalım! Cıncırla gelen adam “beni takip edin” dedi ve fırrtt diye kayıverdi yanımdan, gitti. Ben sandım ki, adam beni yanına alacak ve birlikte gideceğiz arabamın yanına.

Cıncır dediğin avuç içi kadar alet. Adam ayaklarıyla üzerinde zor duruyor zaten bir de beni mi taşıyacak yanında? Hayır yani ne bekliyordum ki anlamadım? Beyaz atlı prens gibi gelip, atının terkisine beni atıp mı gidecekti?

Korkudan iyice sıyırdım, contalarım yandı gece gece.

Cıncırlı abi fırt diye gidiverdi taaa öteye. Ben yine dımdızlak kalıverdim loş ışıklı kapalı otoparkta. Bu sefer koşmaya başladım adamın peşinden. Bi de kibarlığımdan ödün vermeyeceğim ya, şöyle sesleniyorum arkasından “seeküüriitiiiiii, güüüvennliikkkkk, bakar mısınızzz”!!!!!!

Islık çalmayı bir türlü öğrenememiş olmanın acısını işte o an iliklerime kadar hissettim yemin olsun!

Adamcağız duydu sesimi, bekledi beni. O önde, ben arkada gittik arabanın yanına.

Benim kara şimşeğin (arabama isim koydum, kara şimşek, nasıl güzel mi?) yanına gelince güvenlik görevlisine en içten teşekkürlerimle birlikte bir miktar da bahşiş verip bindim arabaya.

Kontağı çevirdim, gaza basacağım ama bir eksik var!

Sağ bacağım yok!

Sağ bacağımı hissetmiyorum! Allahım yarebbim felç mi oldum ne? Yok ya felç falan değil bu, bildiğin Parkinson oldu sağ bacağım!

Sağ bacak parkinsonu oldum ben!

Çimdikliyorum, yok hissetmiyorum! Torpidodaki minik manikür setini aldım elime. Aç parantez, arabada manikür seti ne alaka diyenler için küçük bir açıklama; kaza bela olur emniyet kemeri sıkışır Allah muhafaza o zaman o setin içindeki makasla keser kurtulurum diye bulunduruyorum, kapat parantez. İçindeki törpüyü çıkartıp sağ bacağıma batırdım sivri ucunu. Ahh canım acıdı yaa! İnsan kendisine bu kadar haşin davranır mı ayol?

Tamamen korkudan titrek oldu sağ bacacığım! Bastım gaza geldim evime çok şükür.

Bir daha da gece son seansta film izlemeye tövbe ettim.

Bu arada, o AVM’de hangi katta hangi köşede ne mağazası var sorun, ezbere söyler, krokisini çıkartırım evelallah.

Espri…

wpid-gülen-kadın.jpg.jpeg

Bazen çok korkuyorum…

Sevdiklerimi kaybetmekten… Televizyonda öyle haberleri izleyemiyorum,  bakamıyorum hemen kanalı değiştiriyorum.

Çok etkileniyorum çünkü. Günlerce aklımdan çıkmıyor,  rüyalarıma giriyor. Bir ölüm haberi duyduğumda kendimi ölen kişinin kızının yerine koyuyorum ister istemez.

Nasıl üzülmüştür, nasıl mahvolmuştur, ağlarken gözyaşları kurumuş mudur, annesinin babasının kardeşinin mezarına gitmeye cesaret edebilmiş midir hep düşünüyorum…

Allah’a şükür ediyorum her zaman, bu yaşıma kadar ailemi yanımda tuttuğu için. Sevdiklerimden kaybettiklerim oldu zamanında.. Eski sevgililerimden, çok yakın arkadaşlarımdan vefat edenler oldu.. Acıları hala içimdedir. Aylarca kendime gelemedim onların cenazelerinden sonra. Allah kimseye yaşatmasın derler ya, elbet herkes bir gün yaşayacak. Kaçınılmaz sondur ölüm neticede.

Ölümden korkum yok benim, sadece yarım kalmışlık hissi var bende. Yetişememişlik, yetememişlik..

Anneme babama kardeşime sevgimi yeterince gösterebildim mi hep bir muammadır içimde. Kendimle ilgili en büyük çelişkim, üniversiteydi işti falan derken anneme babama yeterince zaman ayıramamak, onların yanında olamamak hep üzmüştür beni.

Çalışıyorum ama niye, bunca koşturmacaya değer mi diye çelişkide kalmışımdır. Keşke şartlar müsait olsaydı da ailemin yanında kalabilseydim, orada çalışabilseydim. Ama işte hayat mücadelesi.. Seni bir yerden alıyor, bir yere koyuyor ve müdahale edemiyorsun bazen.

Yaklaşık 23 senedir ailemden ayrı yaşıyorum. Fiziki olarak onlardan ayrı olsam da her an yanımdalar çok şükür. Özellikle de annem, mütemadiyen her gün en az on kere arar. Hatta bazen de bunaltma seviyesine girer.

Mütemadiyen annem beri arar…

Sabah alarmdan önce arar mutlaka, “kalktın mı” diye aramazsa ben ararım “hayırdır uyanamadın mı” derim. Evden çıkıp işe giderken yolda arar “yolda mısın, aman dikkatli kullan” ya da “servise bindin mi” diye sorar. İş yerine gidince “vardın mı? Hadi hayırlı işler kızım bereketli kazançlar” der. Saat 10:30 gibi arar “kahvemi içiyorum çekirgem sen napıyorsun?” der. Öğlen saat 13:30 gibi arar “ne yedin, yemek güzel miydi” diye sorar.

Akşama kadar bu aramacalar geldin mi, gittin mi, evde misin, ne pişirdin, ne izliyorsun, bak şu dizi var aç izle, yattın mı, duş aldın mı, fazla sigara içme, ilaçlarını içtin mi, yarın yağmur yağacakmış şemsiyeni al, sıkı giyin üşütme, kapını kilitledin mi, sabah kaldırayım mı gibisinden en az elli kere daha devam eder..

Bazen arkadaşlarımın yanında denk geldiğinde garipserler bu durumu. “Aaa ne çok arıyor annen hayırdır” derler. Olsun, ben memnunum bu durumdan. Allah sağlıklı ömür verirse eğer, 20 sene daha yanımda ya olurlar ya olmazlar.. 72 yaşındalar çünkü. Onlarla geçireceğim her dakika benim için çok kıymetli. Birlikte çekildiğimiz fotoğrafları özenle saklarım mesela. Aynı pozdan beş tane bile olsa hepsini ayrı ayrı incelerim. Bak burada babam biraz daha fazla gülmüş, annem nereye bakıyor, kaşlarını niye çatmış öyle diye sorgularım…

Bu kuvvetli bir bağdır bence…

Annemin, babamın, kardeşimin beni sık sık aramasından asla rahatsız olmam. Bu kuvvetli bir bağdır bence.

Hatta telefonuma bu görüşmeleri ses kaydı olarak kaydediyorum. Bazen teker teker dinliyorum. Sesim nasıl çıkmış, isteksiz mi konuşmuşum, oflayarak nefes almışım bak burada, annem üzülmüş müdür, yoğun olduğumu anlamış mıdır hep sorarım kendime..

Asla meşgule atma huyum yoktur, arayan kim olursa olsun! Çok yoğunsam bile açarım “daha sonra arayayım ben seni müsait değilim” derim mutlaka. Onlardan uzakta yaşıyorum neticede, ya o anda çok çok önemli bir şey söyleyecekse diye düşünürüm hep.

Ailesiyle bağırıp çağırarak, yüksek sesle konuşanlardan hiç hazzetmem! Ailesine saygısı olmayanın başkasına saygı duymasını beklemezsin çünkü. Ben biriyle görüşmeye başladığımda, O’nun ailesine nasıl davrandığını izlerim önce!

“KİM O YANINNDAKİİİ??”

Seneler evvel çalıştığım işte, müşteri ziyaretine gitmiştim bir gün. Telefonumu arabada unutmuşum. Müşteriyle görüşmem 20-25 dk. falan sürdü, arabaya bindiğimde telefona baktım tam 47 çağrı!

Annem babam kardeşim hepsi defalarca aramış!  Dedim kesin birine bir şey oldu!

Annemi aradım hemen; “KİM O YANINNDAKİİİ??” Nasıl bağırıyor ama anlatamam!! Sinirden ağzından alevler çıkıyor kadının! 

“Kim kim anne, ne diyorsun? ” dedim. “Kim o yanındaki diyorum sana!!! Ver bakayım o pezevengi sen banaaa!”

Hayydaaa… Annem küfrettiyse kesin işler karışmış demektir! 

“Anne valla kimse yok yanımda,  müşteriye gittim telefon arabada kalmış!” desem de anlatamıyorum kadına.

Babam aldı telefonu, “Kızım bak kötü durumda mısın söyle bize. Biri seni kaçırdıysa ve konuşamıyorsan iki kere öksür anlarım ben!”

Şifreli konuşma niye yaa!!!

“Yok babacım öyle bir şey nerden çıktı nooldu anlatın bakayım” desem de yok sakinleştiremiyorum bizimkileri.

Arkadan annemin sesi geliyor, “kızı kesin kaçırdılar, tehdit ediyorlar ara hemen polisi!!” diyor annem ağlayarak..

Ne kaçırması ne polisi yaa?? “Durun sakin olun ben iyiyim valla billa geliyorum şimdi yanınıza” dedim ve bastım gaza..

Eve bir gittim, bütün komşular toplanmış sanki cenaze evi tööbe estafurullah.. Annem de babam da sarılıyor bana… Dedim “anlatın bakalım nooluyo niye alevlendiniz siz?”

Gazozuna ilaç attım!

Annem beni aramış her zamanki gibi. Telefonu bir erkek açmış! “Aradığınız kişi şu anda yanımda mışıl mışıl uyuyor çünkü gazozuna ilaç attım hahahhahahhaaa” diyen bir erkek!!

Annem adamla kavga ediyor tabi; “Sen kimsin kızım nerde bana Zoi’yi ver çabuk gelirsem oraya senin kafanı kırarım pis ahlaksız rezil!”..

Annem bağırdıkça adam sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor bizimki deliriyor! Kapatıp bir daha arıyor, yine aynı sözler.. “Seni utanmaz arlanmaz ne yaptın kızıma söyle”…

Babam arıyor “Seni doğduğuna pişman ederim eşşooğğluu eşşekkk” (babamın da tek küfrü budur zaten)

Polisi arıyor bizimkiler, kızımızı kaçırdılar diye. “Kızınız reşit bir birey, 24 saat dolmadan bir şey yapamayız” deyince bizimkiler iyice çıldırıyor tabi. Annemin tansiyonu çıkıyor, komşular kolonya döküyor bileklerine falan..

Katıla katıla gülüyorum…

Onlar bunları anlattıkça beni aldı mı bir gülme.. Katıla katıla gülüyorum ama.. Ayy siz çok alemsiniz yaa dedim kahkaha atarak..

Koydum telefonu masaya, annemden aradım kendimi “Bak yine aynı adam… Senin etlerini kopartırım piççç!” diye bağırıyor annem telefonda hala!

Koltuktan düştüm bu sefer gülerken.. Oyyy içim şişti dedim bi durun yaaa…

Dedim ki; “Bakın bu telefonun özelliği. Yani birisi aradığında normal çalma sesi yerine bu espriyi dinliyor. Konuşan da Beyaz! Beyaz’ın psikopat tiplemesi.. Şaka yani espriyi yani.. Arayanlara komiklik olsun diye..”

Annem durdu, gözlerini sildi baktı baktı bana.. “Senin esprine sıçarım ben!” dedi koptum yine….

Hala gülerim bunu hatırladıkça… Allah sizleri başımdan eksik etmesin yaa komik insanlar..