Doğum Kontrol Hapı…

Zamanı durdurmak istediğiniz oldu mu hiç?

O anda dünya dursun ve sadece siz olanların farkında olup, kalan herkes donsun istediğiniz mi mesela?

Geçen gün tam da böyle oldu bana. Belki de hayatımın en saçma sapan anını yaşadım.

Çok yoğun ve yorucu günün ardından eve gelip dinlenmeyi hayal ederken, günlük koşturma mesaimin bitmediğinin farkında değildim maalesef.

4 buçuk yaşındaki oğlumun, evde deneysel çalışma yapası tuttu! “Uçan vişne suyu yappççaaamm” diye yırttı kendini.

Ben de verdim eline bir kutu vişne suyunu. Uçan vişne suyu ne demek bilmediğim için, açıp içecek sandım saf gibi. Açtı kutuyu, bardağa doldurdu ama iyi güzel derkeenn!!!!

Vişne suyu dolu bardağı havaya fırlattı!

Al sana uçan vişne suyu!

Hem söylenip hem halı koltuk silmeye başladım o sinirle. Sildikçe dağıldı, daha çok delirdim.

Bir buçuk saat halı sildikten sonra belim bırkım kopmuş halde mutfağa girdim ertesi günün yemeğini yapmak için. Yemekleri yaptıktan sonra yoğurt mayalamak için süt kaynatmaya başladım.

O sırada oğlum atçılık oynayalım dedi, iyi dedim kırmayayım çocuğu. Ben at oldum, o sırtıma bindi dıgıdık dıgıdık gezdik evde.

“Bu pis koku ne?” diye sorunca sırtımdaki matador, ocaktaki sütü unuttuğumu fark edip canhıraş halde mutfağa koştum. Süt taşmış!

Ama ne taşmak… Yer gök süt deryası….

Afrodip gelip mutfak tezgahına uzansa en şahanesinden süt banyosu yapar yani… Neyse mutfağı da temizle pakla derken bende pil bitti.

Çocuğu uyutup bir kahve yaptım kendime. Kafam o kadar dolu ki bir şeylerle meşgul olmam gerekiyor rahatlamam için.

Yaktın beni menekşe…

Gözüme orkidelerim ve menekşelerim ilişti. Bakım yapma zamanı gelmişti. Saksılarından tek tek özenle çıkartıp, köklerini temizledim. Yaprak ve kök bakımı yaptım.

Topraklarını değiştirdim. Muz kabuğu, yumurta suyundan oluşan özel hazırladığım bakım suyunu ekledim yavaş yavaş.

Ama en önemli malzeme yok! Doğum kontrol hapı yok.

İlaç dolabına baktım yok, çekmeceye baktım yok. Menekşeler için şahane vitamin oluyor doğum kontrol hapı. 1 tane hapı havanda güzelce ezip un haline getirip suda eritiyorum. Tüm çiçekli bitkileri acayip coşturuyor. Yarın eczaneden alırım diye içimden geçirirken telefon çaldı.

Arayan eski eşim, oğlumun babası.

“Çocuğun vitamini bitti demiştin, yarın eczaneden alacağım. Başka istediğin bir şey var mı?” diye sordu.

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!!

“Doğum kontrol hapı alır mısın?!” dedim!!!!!!! (yazıda hata yok ey okuyucu! Bu tekrar eden cümle, o andan benim beynimde yankılandı!)

BEN NE DEDİM!!!

NE DEDİM BEN!!!!

BEN KİME NE DEDİM!

Ayyy yaaa öleyim ben yaaaa!

Off yaa yer yarılsın da magmanın taaa dibine gireyim ben yaaa….

Allahım çok afedersin ama neden benim beynimle ağzımın arasına süzgeç koymadın çok pardon da!!!!

Şimdi açıkla bakalım bu adama doğum kontrol hapını!!!!

İki üç saniye sessizlik oldu telefonda haliyle.

O üç saniye benim için çooookkk uzundu yemin edebilirim.

O anda ağzımdan çıkan o cümleyi elimde hooop diye tutup yok etmek istedim.

Elon Musk’ı arayıp “kardeşim Allahını seviyorsan şu zaman makinesini icat et artık rica ediyorum valla çok müşkül durumdayım şu anda” diye saydırmayı da düşünmedim değil o anda, ama Elon Musk’ın numarası bende yoktu.

NE DEDİN SEEN???

Diye gürledi telefonun ucundaki şahsiyet!

Aman yaa sanki sülalesine küfrettik offf!

 “Ay ne bağırıyorsun ayol, çiçeklerin topraklarını değiştiriyorum. Vitamin olsun diye doğum kontrol hapı koyuyorum ama evde kalmamış.” Dedim.

Sıvadım!!!! Bir güzel mum diktim üstüne….

Daha çok celallendi!

Zeytinyağı gibi üste çıkma taktiğini denedim, yemedi!!!

Baktım olacak gibi değil, iş kavgaya dönecek “ayy ne uzattın ya, gerçeği anlatıyorum işte. İnanmazsan inanma! Kendime lazım olsa senden mi isterim!” dedim, sustu!

“Harbiden geri zekalısın sen!” dedi ve kapattı telefonu.

Adam haklı. Eski kocadan doğum kontrol hapı mı istenir?! Sonra açıkla bakalım yok çiçek içindi yok falandı filandı.

Tıp bana da bir çare bulacak eminim…

Anna Karantinaaaaa…

Cama çıkıp “imdaaattt!” diye bağırasım var yeminle.

Adına tükürdüğümün coronası geldi bizim jenerasyonu buldu milyar yıllık dünyada.

Yok Çinlinin biri yarasa mı yemiş (zıkkımın kökünü yiyeseciler), yok bu virüs labroratuvarda mı üretilmiş diye araştırmaktan her birimiz bilim kurulu üyesi kıvamına geldik.

Hayır yani bu illetin çıkış sebebini bulsak ne olacak ki? Ölen binlerce insanı mı geri getirecek yoksa bizim domestik sendromumuzu mu çözecek?

 

Tıkıldık kaldık işte haftalardır evlere!

Kimseciklerle görüşmeden ev içinde dipdipe yaşıyoruz kafese konmuş sirk maymunları gibi.

Yetmiş yaşındaki anam bile öğrendi vatzapdan görüntülü konferans konuşmasını. Ekran karpuz gibi dörde bölünüyor anam-babam-kardeşim-ben konuşunca. Bir de gözler iyi seçmediğinden telefonu yakınlaştırdıkları için, anamın babamın burnuyla konuşuyoruz ister istemez!

Çöp poşetinden kürdana kadar her şeyi internetten sipariş verir oldum ben de herkes gibi. Markete gitmeye korkuyorum çünkü. Son verdiğim siparişi alışveriş sitesi yoğunluktan üç partide gönderebildi.

Yarım saat sonra kargocu tekrar geldi, elindeki şeffaf poşeti iteleyerek “abla pedi de şimdi gönderdiler” dedi, rezil oldum adama.

 

Baktım ki bu işin sonu yok!

Giydim Ninja kıyafetimi, ağız burun eller saç baş kapalı, tek göz ortada ya Allah dedim gittim markete. Bir elimde dezenfektan şişesi bir elimde mendil, sosyal mesafenin tillahı ile aldım ihtiyaçlarımı geldim kasaya. Kredi kartı ile temassız ödeyerek hemen dışarı attım kendimi. Kontağı çalıştırmadan bankadan mesaj geldi “bu ayki market harcamanız geçen aya göre fazla!” Haddiiii caanımmm ciddi misin dedim ekrana bakarak!

Arabanın bagajına özel tek kullanımlık hasta yatak bezi sermiştim zaten, market poşetlerini üstüne dizdim. Eve çıkartınca balkonda attım aldıklarımı. 8 saat havalandırdıktan sonra eldivenlerimi maskemi takıp her ürünü tek tek domestoslu suyla köpükledim.

Kendimi öyle bir kaptırmışım ki un paketi suyu yiyip de çamur gibi olunca “aaaa yetti gari” dedim fırlattım elimdekini.

 

Dışarı çıkmak ayrı bir sorun, eve girmek apayrı bir sorun!

Kapıda soyunmaya başlıyorum tepeden tırnağa eve girmeden. Ayakkabılar gariplerim çamaşır suyuyla yıkanmaktan ağzı yüzü kaydı, ya hayret bir şey!

Evde her gün bir şişe çamaşır suyu bitiyor. Kapı kolu, tuvalet, lavabo, yerler, kapı pervazı, perde kornişleri, bulaşık makinesinin kapağını açınca altta kalan kısmı, dolap içleri, çekmece alt tabanları, duvarlar aklına neresi gelirse artık…

Ev ev değil bildiğin Hacı Şakir kalıp sabun üretim tesisi gibi kokuyor mübarek.

 

Bi taharetlenmediğimiz kaldı domestosla!

Onu da düşünmedim değil ama tırstım alerji olurum falan diye. Bi de bu şartlarda hastaneye de gidemem. Hem gitsem ne diyeceğim? “Doktor bey ben kıçımı domestosla yıkadım” desem adama beni doğruca psikiyatriye gönderir yeminle!

En doğal çözüm olarak beyaz sirkeyi sulandırıp yıkadım her yerimi.

Azcık turşu gibi kokuyorum sanki bana öyle geldi de bilemem tabi. Şu karantina döneminde koklatacak kimsem de yok ki test edeyim kokuyor muyum diye.

Bu duruma çare olarak 3 yaşındaki oğlum Kemal Ata yetişti imdadıma. “Kokla bakim annecim beni” dedim. Benim bıdık güzel şeye “çikolata gibi” diyor çünkü. Bi kokladı beni “iiyyyyyennççç” dedi ve ben ondan sonra bıraktım sirkeyle yıkanmayı. Sonra bastım kendime kolonyayı, diktim şişeyi tepeme boca ettim her yerime.

 

Oldum size Eyüp Sabri Tuncer!

Çakmakla yaklaşsan yanacak kıvamdayım sürdüğüm kolonyadan o derece yani. Zaten deterjanlardan ellerim çatlamıştı, bir de bu dezenfektan ve kolonyadan dolayı ellerim ve bütün vücudum egzamaya bağladı iyice. Hatır hatır uyuz kediler gibi kaşınıyorum, her yerim kabardı halı gibiyim. Bir de öylesine tatlı tatlı acımtırak yanma hissi var ki off evlere şenlik!

Benim gibi temizlik hastası bir başak kadını için yemin ediyorum işkence gibi bu karantina.

Temizlik ürünü ve aleti olarak internetten her gördüğümü aldım. Çok beğendiklerimi şimdiye kadar neden akıl edip de almamışım diye hayıflandım. Ama itiraf etmeliyim ki çok sinir olduğum ve büyük hayal kırıklığı yaşadığım cam silme aparatı tam bir fiyasko çıktı.

Üçgen şeklinde, cama içten ve dıştan yapışan mıknatıslı bir alet. Nasıl da sevinmiştim oysa “ohh bununla her gün camları silerim artık” diye düşünmüştüm.

Bir boka yaramadı anacım! Mıknatıs camı tutmadı. Bin kere denedim ama olmadı, attım çöpe. Ürünü aldığım siteye döşendim tabi o sinirle, şak diye engeli bastılar bana!

Evi yeri temizlemekten helak olan ellerime bakımlar yapmaya başladım. El, yüz, saç, bacak orası burası derken bildiğin Banu Alkan modunda dolaşıyorum evde.

Saçımda havlu, üstümde bornoz, bacağıma bilmem ne kremi, yüzümde falanca maske… Havuz kenarına parmak ucumun ilk boğumuyla basarmış edasıyla salondan mutfağa geçiyorum görmeniz lazım.

En son geçen gün Kemal Ata yüzümdeki altın maskeyi görünce “çohh saçma bişi bu” dedi ve bana örümcek adam oyuncağını fırlattı. Neymiş efendim örümcek adam olmuş ve benim yüzüme ağ atmış! (Ağ da altından yalnız dikkatinizi çekerim!)

Örümcek adamla konuşmalar, Hulk’la sohbet etmeler, Pijamaskeliler’le yemek yemeler, Heidi ve Peter’i şirret Teressa’ya karşı uyarmalar, Rafadan Tayfa’daki Hayri’ye “az ye!” diye çıkışmalar…

Ben şu anda oyuncaklarla ve çizgi film karakterleriyle bildiğiniz sohbet ediyorum ciddi ciddi!

Banyoya elimi yıkamaya giderken Bulmaca Kulesi’ndeki Aslı ve Mert gibi dans edip şarkı söylüyorum “hadi güzel arkadaşım elini yıka” diye.

Normalim dimi??!!!

Espri…

wpid-gülen-kadın.jpg.jpeg

Bazen çok korkuyorum…

Sevdiklerimi kaybetmekten… Televizyonda öyle haberleri izleyemiyorum,  bakamıyorum hemen kanalı değiştiriyorum.

Çok etkileniyorum çünkü. Günlerce aklımdan çıkmıyor,  rüyalarıma giriyor. Bir ölüm haberi duyduğumda kendimi ölen kişinin kızının yerine koyuyorum ister istemez.

Nasıl üzülmüştür, nasıl mahvolmuştur, ağlarken gözyaşları kurumuş mudur, annesinin babasının kardeşinin mezarına gitmeye cesaret edebilmiş midir hep düşünüyorum…

Allah’a şükür ediyorum her zaman, bu yaşıma kadar ailemi yanımda tuttuğu için. Sevdiklerimden kaybettiklerim oldu zamanında.. Eski sevgililerimden, çok yakın arkadaşlarımdan vefat edenler oldu.. Acıları hala içimdedir. Aylarca kendime gelemedim onların cenazelerinden sonra. Allah kimseye yaşatmasın derler ya, elbet herkes bir gün yaşayacak. Kaçınılmaz sondur ölüm neticede.

Ölümden korkum yok benim, sadece yarım kalmışlık hissi var bende. Yetişememişlik, yetememişlik..

Anneme babama kardeşime sevgimi yeterince gösterebildim mi hep bir muammadır içimde. Kendimle ilgili en büyük çelişkim, üniversiteydi işti falan derken anneme babama yeterince zaman ayıramamak, onların yanında olamamak hep üzmüştür beni.

Çalışıyorum ama niye, bunca koşturmacaya değer mi diye çelişkide kalmışımdır. Keşke şartlar müsait olsaydı da ailemin yanında kalabilseydim, orada çalışabilseydim. Ama işte hayat mücadelesi.. Seni bir yerden alıyor, bir yere koyuyor ve müdahale edemiyorsun bazen.

Yaklaşık 23 senedir ailemden ayrı yaşıyorum. Fiziki olarak onlardan ayrı olsam da her an yanımdalar çok şükür. Özellikle de annem, mütemadiyen her gün en az on kere arar. Hatta bazen de bunaltma seviyesine girer.

Mütemadiyen annem beri arar…

Sabah alarmdan önce arar mutlaka, “kalktın mı” diye aramazsa ben ararım “hayırdır uyanamadın mı” derim. Evden çıkıp işe giderken yolda arar “yolda mısın, aman dikkatli kullan” ya da “servise bindin mi” diye sorar. İş yerine gidince “vardın mı? Hadi hayırlı işler kızım bereketli kazançlar” der. Saat 10:30 gibi arar “kahvemi içiyorum çekirgem sen napıyorsun?” der. Öğlen saat 13:30 gibi arar “ne yedin, yemek güzel miydi” diye sorar.

Akşama kadar bu aramacalar geldin mi, gittin mi, evde misin, ne pişirdin, ne izliyorsun, bak şu dizi var aç izle, yattın mı, duş aldın mı, fazla sigara içme, ilaçlarını içtin mi, yarın yağmur yağacakmış şemsiyeni al, sıkı giyin üşütme, kapını kilitledin mi, sabah kaldırayım mı gibisinden en az elli kere daha devam eder..

Bazen arkadaşlarımın yanında denk geldiğinde garipserler bu durumu. “Aaa ne çok arıyor annen hayırdır” derler. Olsun, ben memnunum bu durumdan. Allah sağlıklı ömür verirse eğer, 20 sene daha yanımda ya olurlar ya olmazlar.. 72 yaşındalar çünkü. Onlarla geçireceğim her dakika benim için çok kıymetli. Birlikte çekildiğimiz fotoğrafları özenle saklarım mesela. Aynı pozdan beş tane bile olsa hepsini ayrı ayrı incelerim. Bak burada babam biraz daha fazla gülmüş, annem nereye bakıyor, kaşlarını niye çatmış öyle diye sorgularım…

Bu kuvvetli bir bağdır bence…

Annemin, babamın, kardeşimin beni sık sık aramasından asla rahatsız olmam. Bu kuvvetli bir bağdır bence.

Hatta telefonuma bu görüşmeleri ses kaydı olarak kaydediyorum. Bazen teker teker dinliyorum. Sesim nasıl çıkmış, isteksiz mi konuşmuşum, oflayarak nefes almışım bak burada, annem üzülmüş müdür, yoğun olduğumu anlamış mıdır hep sorarım kendime..

Asla meşgule atma huyum yoktur, arayan kim olursa olsun! Çok yoğunsam bile açarım “daha sonra arayayım ben seni müsait değilim” derim mutlaka. Onlardan uzakta yaşıyorum neticede, ya o anda çok çok önemli bir şey söyleyecekse diye düşünürüm hep.

Ailesiyle bağırıp çağırarak, yüksek sesle konuşanlardan hiç hazzetmem! Ailesine saygısı olmayanın başkasına saygı duymasını beklemezsin çünkü. Ben biriyle görüşmeye başladığımda, O’nun ailesine nasıl davrandığını izlerim önce!

“KİM O YANINNDAKİİİ??”

Seneler evvel çalıştığım işte, müşteri ziyaretine gitmiştim bir gün. Telefonumu arabada unutmuşum. Müşteriyle görüşmem 20-25 dk. falan sürdü, arabaya bindiğimde telefona baktım tam 47 çağrı!

Annem babam kardeşim hepsi defalarca aramış!  Dedim kesin birine bir şey oldu!

Annemi aradım hemen; “KİM O YANINNDAKİİİ??” Nasıl bağırıyor ama anlatamam!! Sinirden ağzından alevler çıkıyor kadının! 

“Kim kim anne, ne diyorsun? ” dedim. “Kim o yanındaki diyorum sana!!! Ver bakayım o pezevengi sen banaaa!”

Hayydaaa… Annem küfrettiyse kesin işler karışmış demektir! 

“Anne valla kimse yok yanımda,  müşteriye gittim telefon arabada kalmış!” desem de anlatamıyorum kadına.

Babam aldı telefonu, “Kızım bak kötü durumda mısın söyle bize. Biri seni kaçırdıysa ve konuşamıyorsan iki kere öksür anlarım ben!”

Şifreli konuşma niye yaa!!!

“Yok babacım öyle bir şey nerden çıktı nooldu anlatın bakayım” desem de yok sakinleştiremiyorum bizimkileri.

Arkadan annemin sesi geliyor, “kızı kesin kaçırdılar, tehdit ediyorlar ara hemen polisi!!” diyor annem ağlayarak..

Ne kaçırması ne polisi yaa?? “Durun sakin olun ben iyiyim valla billa geliyorum şimdi yanınıza” dedim ve bastım gaza..

Eve bir gittim, bütün komşular toplanmış sanki cenaze evi tööbe estafurullah.. Annem de babam da sarılıyor bana… Dedim “anlatın bakalım nooluyo niye alevlendiniz siz?”

Gazozuna ilaç attım!

Annem beni aramış her zamanki gibi. Telefonu bir erkek açmış! “Aradığınız kişi şu anda yanımda mışıl mışıl uyuyor çünkü gazozuna ilaç attım hahahhahahhaaa” diyen bir erkek!!

Annem adamla kavga ediyor tabi; “Sen kimsin kızım nerde bana Zoi’yi ver çabuk gelirsem oraya senin kafanı kırarım pis ahlaksız rezil!”..

Annem bağırdıkça adam sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor bizimki deliriyor! Kapatıp bir daha arıyor, yine aynı sözler.. “Seni utanmaz arlanmaz ne yaptın kızıma söyle”…

Babam arıyor “Seni doğduğuna pişman ederim eşşooğğluu eşşekkk” (babamın da tek küfrü budur zaten)

Polisi arıyor bizimkiler, kızımızı kaçırdılar diye. “Kızınız reşit bir birey, 24 saat dolmadan bir şey yapamayız” deyince bizimkiler iyice çıldırıyor tabi. Annemin tansiyonu çıkıyor, komşular kolonya döküyor bileklerine falan..

Katıla katıla gülüyorum…

Onlar bunları anlattıkça beni aldı mı bir gülme.. Katıla katıla gülüyorum ama.. Ayy siz çok alemsiniz yaa dedim kahkaha atarak..

Koydum telefonu masaya, annemden aradım kendimi “Bak yine aynı adam… Senin etlerini kopartırım piççç!” diye bağırıyor annem telefonda hala!

Koltuktan düştüm bu sefer gülerken.. Oyyy içim şişti dedim bi durun yaaa…

Dedim ki; “Bakın bu telefonun özelliği. Yani birisi aradığında normal çalma sesi yerine bu espriyi dinliyor. Konuşan da Beyaz! Beyaz’ın psikopat tiplemesi.. Şaka yani espriyi yani.. Arayanlara komiklik olsun diye..”

Annem durdu, gözlerini sildi baktı baktı bana.. “Senin esprine sıçarım ben!” dedi koptum yine….

Hala gülerim bunu hatırladıkça… Allah sizleri başımdan eksik etmesin yaa komik insanlar..