Dayan…

Bir bahar günü.
Gökyüzü sakin, limonata kıvamında hava.

Akşam saat 5 gibi.
Oturdum ütülü, beyaz masa örtülü denize karşı köşeme.

Güneşi batırırken büyükçe yudumladım sek’imden..
Tabağımda biraz Ezine, karşımda yalnızlık…

Garsonlar artık sormuyorlar “kaç kişi olacaksınız?” diye, onlar da alıştı ben ve yalnızlığıma.
Masada tek servis, tek kadeh.

Oysa ki ne çok isterdim şimdi karşımda olmanı.
Şakşuka sever miydin acaba, bilmiyorum hiç.
Rakıya su katar mıydın, “kavun da olsun” der miydin keşke bilebilsem..

Sen karşımda olsaydın da sussaydık da olurdu beraber…
Yaşadıklarımıza hayretle, yaşayamadıklarımıza uhde ile gözlerimiz dalsaydı ufka…
Derin bir iç çekişle bugüne şükreder miydik birlikte?


“Aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım, geceleri rüyamda ismini sayıkladım” derken Müzeyyen abla, ellerimi tutar mıydın usulca, sevgiyle?


Uzaklara dalardı gözlerin, ben yine hapsolurdum kirpiklerine..
Alnındaki çizgileri ezberlemiştim, yenilerini görebilir miyim acaba karşımda olsaydın?


“Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü” diye birlikte eşlik eder miydik yoksa Müzeyyen ablaya?


Bilemiyorum güzel gözlüm, bilemiyoruz…
Aynı havayı soluduğumuz, aynı göğe baktığımız gün olur mu bilemiyorum..
Şu anda tek bildiğim dayan yüreğim dayan diyebilmek…
Şarkının da dediği gibi, gün gelir acılar ezberlenir…
İyileşir zamanla yaralarımız ..
Dayan…

Sevgili Kaçırma Rehberi

odun adam

 

Yazının başlığını yanlış okumadınız, evet bu bir sevgili kaçırma rehberi.

“Nasıl yani?” diyenler için ön bilgilendirme yapayım; nasıl sevgili bulunurla ilgili milyonlarca yazı ve yöntem vardır ama bulduğun sevgiliyi tez zamanda kaçırtabilmek için yazdım bu yazıyı.

Mevcut sevgilinizden bir türlü ayrılamıyorsanız hiç üzülmeyin, okuyun yazdıklarımı ve uygulayın, iki güne kalmaz terk edilirsiniz kontigaranti!

Ayrıca henüz sevgiliniz yoksa ve bir gün bulurum diye umudunuz varsa, binbir uğraşla bulduğunuz adamı/kadını elinizde tutmak için bu okuduklarınızı kesinlikle yapmayın derim.

 

Bu yazıyı kimler okumalı?

Bence bu yazıyı en çok gençler okumalı. Ergenler, yeni yeni manitacılık işlerine girenler okusunlar.

Hatta anneler özellikle erkek çocuklarına okutmalı bu yazıyı çünkü ağaç yaşken eğilir anacım! Okuyun ve öğrenin nasıl davranılmaması gerektiğini.

Not: Oğlu olan anneler, bazılarınızın adını tek tek yazıyorum buraya! Yazıyı okuyup bana haber verin ona göre…

Banu, Bahar, Ayşegül, Arzu, Nisa, Esra, Tuğba, Deniz, Derya, Ebru, Nevin, Efser, Ceren, Aslı, Özgen, Saadet, Meral, Songül, Zeynep, Gülay, Kamuran, Semra, Sinem, Cansu, Nükhet, Ayça, Mine, Hande, Çiğdem…

Annaaa…. Abbaaooovvvv.. Ne çok kaynana adayı arkadaşım varmış benim! Üstelik de ilk aklıma gelen isimler bunlar! 1.Kaynana Konseyi toplayacak kadar erkek anası tanıyormuşum ben meğer!

Karar sizin…

Aslında bir yemek tarifi gibi düşünmek lazım bunu. Gerekli malzemeler listesi ve yapılış şekli, pişirme yöntemi ile nasıl ki yemek tarifi oluyorsa işte aynen bu yazdıklarımı okuduğunuzda ve de uyguladığınızda, bir adamı ya da kadını hayatınızdan çıkartabilirsiniz.

Emin olun ki bunları yaptığınızda hayatınızdaki insan sizden koşa koşa kaçacaktır. Tercih size kalmış canlar…

 

Haydi başlıyorum? Hazır mısınız gencolar?

Evet, önce lazım olan bir adet uygun ebattaki sevgiliyi temin edin. Artık onu nasıl yaparsınız bilmiyorum, bulun işte!

Arkadaş ortamınızdan mı yardım istersiniz, sosyal medyadan mı medet umarsınız, telefon defterinizi mi karıştırırsınız, yokluktan fanfinifinfon sitelerine mi bakarsınız bilemem gari!

Bulduysanız şimdi onu koyun bir kenara, azcık dinlensin, sıcağı gitsin.

İlk muhabbet girişimini yapıp, en tatlı ve şirin maskeni taktıysan, arzular şelale kıvamına geldiysen hah işte dur ve bu yazdıklarımı oku!

 

Dışarıda hesap ödeme kastırmacası!

En baştan peşinen söyleyeyim, hesabı hep erkek öder gibi saçmalıkları geçin! Kimsenin kimseyi besleme yükümlülüğü yok! Ayrıca bu çok ayıp bir şey bence.

Ne münasebet kardeşim? Benim yediğimi içtiğimi neden yanımdaki adam ödesin? Benim param yoksa cebimde, dışarı çıkmam zaten bu kadar basit.

Erkekleri ATM gibi gören kadınlardan nefret ederim. Böylelerinden olmayın rica ederim!

Haa adam centilmenlik yapıp hesabı ödüyorsa (bunun da adabı vardır, yazacağım şimdi) kibarca teşekkür edin ve kahveyi de siz ödeyin hanımlar. Vantuz gibi, kene gibi tiplerden olmayın lütfen. Kibarlığın, nezaketin her zaman geçer akçe olduğunu da unutmayın.

Yemeğinizi yediniz, sohbet şahane… Sıra geldi hesabı istemeye.

Beyler lütfen çok rica ediyorum garsona ıslık çalmayın! “Hoouupp” diye seslenmeyin! Bilader, kardeş, hacım, başgan gibi varotik kelimelerle garsonu çağırmayın!

Yanındaki adam garsonu böyle çağırıyorsa hemen uzaklaş oradan bacım! Bak çok net söylüyorum, bu Kastamonu kerestesinden bi halt olmaz!

Masaya gelen adisyon defterini açıp, sunum dosyası inceler gibi incelemeyin! “Biz kaç su içtik?” diye soruyorsa biri, onun kibarlığından da bonkörlüğünden de şüphe duyun!

Hesap ödeme konusunda kararlı tavır sergileyin ama bunu abartmayın tabi. Adisyonu çekmeler, karşısındakine kaptırmamak için hamleler yapmalar, eline vurmalar, “senin paran burada geçmez” demeler…. Sakın ha! Yan masalarda oturanlara güldürmeyin kendinizi.

Kibarca izin isteyip kalkın masadan, tuvalete gidermiş gibi yapın ödeyin hesabı yada masaya gelince adisyon, sakince verin kredi kartınızı bitirin işi. Artistliğe lüzum yok.

Benzer durum sevgilinizle birlikte gittiğiniz market alışverişinde de geçerli. Kasaya gelmeden cebinizde hazırlayın parayı ve şak diye uzatın kasiyere. Böylece polemik yaratmamış olursunuz. Elinde kredi kartını emanet gibi tutan zibidi varsa yanınızda yine uzaklaşın oradan!

 

Tatil zamanı…

Sevgilinizle her şey yolunda gidiyor çok şükür ve birlikte hafta sonu kaçamak yapmak istediniz. Tüm haftanın yorgunluğunu atmak, birlikte keyifli bir gün geçirmek istediniz. Aman ne şahane… Nereye gitmek istediğinize ortak karar verin lütfen.

Deniz kenarı olsun, akşam kumsalda yürüyüş yapalım gibi romantik hayalleriniz “Silivri’de bizim yazlığa gideriz!” gibi beyin baltalayıcı bir dâhiyane(!) fikirle son bulmasın mümkünse.

Çeşitli internet sitelerinin hafta sonuna özel kampanyalarından faydalanmak isterseniz eğer, o sitedeki fiyatlara dikkat edin! Bilmem kaç liradan başlayan fiyatlarla ibaresini iyi okuyun. İnternetten görüp beğendiğiniz oda ile otele gittiğinizde kalacağınız oda aynı olmayabilir çünkü.

Ve en önemlisi bu tarz durumlarda rezervasyonu yapmak erkeğe yakışır! Kız arkadaşınızla ortak karar verdiğiniz lokasyon ve otelden rezervasyonu bizzat kendi kredi kartınızla siz yapmalısınız beyler! Yatılı konaklamayı hatuna yıkıp bir de üstüne odayı beğenmemek gibi bir öküzlük, direkt kırmızı kart gerektirir benden söylemesi!

 

Birlikte bir gece geçirmek…

Ne tatlı geliyor kulağa dimi? Evet her şey yolunda giderse elbette şahane olur. Peki ne yapmak gerekiyor her şeyin şahane olması için?

Valla sizin becerinize ve yaratıcılığınıza kalmış tabi ama şunları yaparsanız emin olun ki sevgiliniz bir daha sizinle birlikte olmak istemeyecektir!

Gittiğiniz yere yanınızda mutlaka yedek eşyanızı götürün. Hatunlar burada özellikle siz dikkat edin, yedek kıyafet alacağım diye 1 gece kalacağın yere koca valizle gitmeyin!

Küçük bir şık el çantası ya da spor sırt çantası uygundur bu durumlarda. Migros poşetine tıkıştırmayın allasen!

Alacağın çantanın içine bir tişört, eşofman altı mutlaka koymalısın. Rica ederim evde temizlik yaparken kullandığın dizi çıkmış, yırtık sökük bir şey olmasın! Özenli olun biraz!

Çorap koymayı unutma! Ayakkabını çıkarttığında çorabın kaçmış olabilir, ayağın kokmuş olabilir, dünya halidir bu neticede.

Ertesi gün üstünü değiştireceğin yedek kıyafetin mutlaka olsun o çantada. Sabah uyanıp yataktan kalkınca geldiğin kıyafetleri giyme sakın. Ter kokar, sigara (KAMU SPOTU: Tütün ve tütün mamulleri sağlığa zararlıdır.) kokar, yemek kokusu siner… Değiştir üstünü başını.

Yatarken giyeceğin bir kıyafetin olsun mutlaka yanında! Evinde istersen don paça yat hiç önemli değil ama sevgilinle bir tatile çıkıyorsan, öyle evindeki gibi rahat rahat dolaşamazsın. Özenin biraz kendinize ve yanınızdaki kişiye. Saygı göstermektir bu.

 

Öz bakım çok önemli!

Mutlaka ama mutlaka o çantanın içinde olmazsa olmaz eşya, diş fırçası ve macundur. Kendi diş fırçanızı alıp, hatundan macun istemeyin. Bunlar özel eşyalardır unutmayın.

Küçük bir tarak alın yanınıza. Sabah uyanınca saç sakal birbirine karışmış durumda olmayın.

Akşam yatarken Gıvançç Datluuduu sabah kalkınca Baydemir Appaş kıvamında olmayın! Şoka sokmayın milleti…

Kişisel öz bakımınıza dikkat edin rica ediyorum! Terleyebilirsiniz bu çok normal ama bunun önlemini alın bi zahmet. Rollon ve deodorant ucuz şeyler, alın sürün koltuk altınıza. Buram buram ter kokan biriyle kimse öpüşmek istemez sokun bunu aklınıza!

Ayağınız kokuyor mu bilin bunu! Giydiğiniz ayakkabı da kokutabilir ayağınızı. Su sabun, ıslak mendil, ayak için deodorant gibi milyonlarca çözüm varken ekşimiş lor peyniri gibi dolaşmayın ortalıkta benden söylemesi.

Off valla daraldım, midem kalktı yazarken…. İnanın çok var böyle hödüklerden.

Kadınlarda da var emin olun. Sırf yüz göz boyamakla olmuyor bu işler. Hijyen ve öz bakıma herkesin dikkat etmesi gerekiyor. Kılınıza tüyünüze dikkat ediverin gari bunu da yazdırmayın bana…

Hanımlar özel günlerinizde kendinize daha çok dikkat edin bence. Hormonların fazlaca salgılanmasıyla oluşabilecek kötü kokular için hijyeninize özen gösterin. Özel bölge spreyi alın, ohh misss çilekli mi vanilyalı mı lavantalı mı istersin sana kalmış artık…

Fresh olun yani… Sabah uyanınca duşunuzu alın, saçınızı tarayın. Tertemiz kıyafetlerinizi giyin. Dişinizi fırçalayın. Akşamdan kalma makyajınızı silin ki sabah gözlerinizin altı akmış rimelle dolmasın.

Sabah uyanınca ayı gibi esnemeyin lütfen! Aaauuaaahh gibi garip garip sesler çıkartmayın. Yanınızda sevgiliniz var unutmayın, evinizde istediğiniz gibi geviş getirip yanlayabilirsiniz ama yanınızda özel biri var, sokun bunu aklınıza bi zahmet!

 

Sevgilinizin evindeyken…

Özenli olun, kibar olun. Nazik davranın. İnce düşünceli olun, temiz olun.

Sevgilinizin evine giderken eli boş götü yaş gitmeyin! Küçük bir hediye alıverin.

Ne bileyim, birlikte kahve içerseniz iki kişilik fincan ya da kupa gibi, onun sevebileceği küçük bir şey alın. En olmadı çerez cips meyve falan alın.

Amaç ev hediyesi değil cancazım, ince düşünceli olmak maksat.

Evin içinde de özenli davranın sevgilinize.

İki aylık sevgilinizin yanında ayaklarınızı uzatıp TV izlemeyin mesela…  40 yıllık evliymiş gibi rahat rahat takılmayın yani.

Evinize gelmiş olan bir misafirdir neticede sevgiliniz, öyle davranın.

Ona özel, temiz bir havlu vermek artı puan kazandırır unutmayın. Hiç kimse sizin kullandığınız havluya elini yüzünü silmek zorunda değil. Ne ayıp şeydir bu ayrıca!

Sevgilinizle evde olmak demek, ilişkide level atladığınız anlamına gelmez!

İlk başlardaki o naiflik ve nezaket aynen bu günde de geçerlidir. Nasılsa evdeyiz diye özünüzde olan camışlığı ortaya çıkarmanın alemi yok! Evde de olsanız sevgilinizin yanında tırnaklarınızı kesmeyin mesela!

Tekrar söylüyorum, sizin evinize gelen misafirdir sevgiliniz. O yüzden kıçınızı kaldırıp çayınızı kendiniz doldurun bi zahmet!

Sabah uyandığınızda siz alışkanlık olarak belki kahvaltı yapmıyor olabilirsiniz ama evde bir misafir olduğunu unutmayın lütfen. Nezaketen de olsa “aç mısın, bir şeyler yemek ister misin” diye sorun.

Mükellef Van kahvaltı salonu tarzında sofra kurmanızı kimse beklemez sizden ama çay ve simit de zor bulunan şeyler değildir, aklınızda olsun! Hele ki akşamdan kalan bayat çayı ısıtıp vermeyin aslaaaa…

Kendi evimdeyim nasılsa deyip tuvalette garip sesler çıkartmayın lütfen! Bağırsaklarınızla ilgili sorununuz varsa doktora gidin. Sevgilinize senfoni dinletmeyin sabah sabah, inanın ki çok mide bulandırıcı olursunuz!

İnanın o kadar da zor değil bunları yapmak. İçinden gelmeli insanının. Doğasında var olmalı insan olduğunu hatırlamak. Kibar olmak çok zor değil. Aileden öğrenilmesi gereken şeyler aslında bu yazdıklarım. O yüzden erkek annelerinin okumasını arzu ettim bu yazımı, okuyun ki oğullarınızı düzgün yetiştirin. Sonra gün gelince evladınıza kalas denmesin…

Kavun seçebilir misiniz?

Ben iyi seçerim. Hayatta yaptığım iyi şeylerden biri kavun seçmektir. Çoğu zaman bir bakışımla anlarım kavunun iyisinden kötüsünden.

Azıcık elimle yoklasam %100 garanti veririm güzel mi kelek mi olduğuna. Öyle dibini koklamaya falan gerek de duymam, yanılmam tercihimde.

Karpuz konusunda da iyiyimdir. Tam yerini denk getirip, bi tık vururum kabuğuna içerden gelen sesten anlarım güzel olup olmadığını. Eve gelip de bıçağı değdirince çatırt diye ayrılır mübarek. İyiyimdir yani bu konuda.

 

Keşke insan seçerken de bu kadar başarılı olabilsem!

Hani meşhur laf vardır ya “kavun değil ki dibini koklayalım”! İddia ederim ki insanlık tarihinin en nokta atışı metaforudur bu söz.

Milletin deli demeyeceğini bilsem, yeni tanıştığım kişilere ilk yapmak istediğim fiildir bu; “yat şuraya bi koklayayım dibini” diyebilmek!

Avuç içine sığabilen kavun bile rengini, cinsini, içini belli eder işte dibini koklayınca ama cinsine tükürdüğümün insan evladını böyle anlamak mümkün mü?

İlla farklı gösterir kendini insan soyu!

Kadını da erkeği de böyledir maalesef. Olduğu gibi değil, olmak istediği gibi davranır aslında. Instagram gibi zanneder hayatı, öylesine filtreli yaşar.

En güzeli benim pozları, en cool benim tavırları, en okuyanı, en kültürlüsü, en mutlusu, en eğleneni, en en en en…. Eeee? Sonuç?!

 

Don düştü göt görüldü işte!

“Göt” sadece kaba yer, kaba et, popo, üstünde oturabildiğin bölge anlamında değil, kişiliği oturmamış, ne istediğini bilmeyen, içi başka dışı başka, yanardöner, kaypak, sözüne güvenilmez anlamındadır da aslında.

Yoksa birine kızdığımızda neden “göt herif” diyelim ki? Organlarımızla sorunumuz yok çok şükür!

Çok vardır böyle götlerden etrafımızda. Uslu bir çocuk olup Şirinleri’i görmeyi bekleyeceğinize, etrafınıza dikkatli bakıp her yerde bulun o götleri bence!

Bulun ve hayatınızdan çıkartın.

Genellikle çok sinsi tiplerdir. Kendisine verdiği zararın zerre farkında olmayıp, çevrelerini zehirlerler.

Bir kasa olgun domatesin içindeki çürük domates gibidirler. Sinsi sinsi beklerler. Fark etmeyip de bırakırsan onu kasada, bütün domatesleri ziyan zebil ederler.

 

Bu göt tipler illa kazık atar (net bilgi yayalım)!

Valla kazığın cinsi biraz da sana bağlı ey okuyucu! Maddi mi manevi mi orası senin saftrikliğine kalmış…

İlgi arsızı tiplerdir bunlar!

Sadece senin ilgine değil her kadının ilgisine ihtiyaçları vardır. Bütün etrafının ilgisini üzerinde toplamak ister. Herkes onu beğensin, herkes onu yakışıklı bulsun ister.

Kadınlar genellikle öyle değildir. Biz kadın olarak bir erkeğe ait olma duygusunu hissetmek isteriz. Erkeklerin DNA’sında yoktur bu.

Erkek 77 yaşında da olsa, yazlık komşusu kadının karpuzunu kesmeye bile gider yeter ki azcık ilgi görsün!

Erkekler hayır diyemez çünkü bu kadar basit. 20 yıl önce ayrıldığı sevgilisi gece yarısı aradığında koşa koşa lastiğini değiştirmeye gider bu tipler. Bişi yapacağından değil, o da yanımda olsun, yedekte dursun mantık bu. Egolar tavanda gezerler.

 

İlgi delisidir bunlar..

Bizim gibi kadınlar öyle midir peki? Asla….

Bizim normal yaptığımız davranışı bile “yazmak” olarak algılayan bu tiplerle dolu etraf!

Ve maalesef bu tiplerle çiftleşmek zorundayız biz kadınlar!

Denizatı gibi değiliz netice, keşke öyle olsak da bu “erkek” geçinen tiplere tenezzül bile etmezsek süper olurdu!  Beyin basıyor oksidosini sonra ver Allah ver… Bizde de durum bu anacım.

Şurdan caddeye çıksak, şöyle bir aşağı doğru yürüsek onun gibi on tanesini buluruz! En kötümüz bile bulur yeminle!

Bu erkeklerin bir kadını etkilemek, etkilediğini yedeklemek, gururlarının okşanması, egolarının tatmin edilmesi gibi ilkel dürtüleri var.

Kadınlar daha evrilmiştir çünkü, erkek gibi ilkel değildir.

Erkekler ilk beğendiklerinde beşinci vitesle gelmiyor mu? Ölüyorumlar bitiyorumlar, aramalara, yazmalar…. Ee biz kadınlar da ikna oluyoruz sonunda. Sonra?? Hoopp vites düşer bire! Aramalar sormalar ilgisi biter. Çünkü sizi elde etmiş, cebine koymuş oluyorlar!

 

Çünkü erkekler gözüyle, kadınlar kulağıyla sever!

Aidiyet duygusu sadece biz kadınlarda var, erkek o moda değil maalesef.

Yiyelim içelim gezelim tozalım ama başka moda geçmeyelim, dertleri bu. Bir hafta tamamlanıp, onuncu güne geçilince afagan basar bunlara.

Triplere girerler. Ne oluyoruz moduna öyle bir girmiştir ki, seni de o dipsiz kuyuya çekerler.

Kendini sorgularsın, “ben nerde yanlış yaptım” diye!  Halbuki insan gibi davranmışsındır, akıllı uslu gayet usturuplu davranmışsındır ama yine de yaranamamışsındır!

Sorun sende değil, onda! Evet aynen de böyle.

 

Sorun bende değil, sende!

Sen çünkü insan gibi davranılmaya alışkın değilsin.

Normal bir ilişki yaşamaya formatlanmamışsın.

Gezelim tozalım yiyelim içelim sevişelim, modun bu!

Korkaksın!

Kendinden korkuyorsun. Sevmekten, aşık olmaktan, bağlanmaktan deli gibi korkuyorsun ve bunu kendine bile itiraf edemiyorsun!

Ve en önemlisi dürüst değilsin!

Ee kabul eden, içine sindiren, tercih eden varsa saygı duyarım elbette.

Haa bir de pinti tipler baş belasıdır, uyarayım! Bu pintiliğin parayla pulla alakası yok, duygusal pintilerden kaçın kaçın!

Duygusunu, sevgisini, kalbini sakınanlar aman evlerden ırak olsun.

En iyisi gelişine vurmaktır bence. Kalbini açmaktır, olduğun gibi davranmaktır.

Öyle olamayanlar utansın!

Aman uzak durun! Sallayın gitsin…

Kendinize saygınız olsun, değerinizi ayaklar altına aldırmayın canlar.

Anneleri Üzmeyin…

“Bir çocuk doğurdum, bütün dünyam değişti!”

Bekârken, çocuğu olan arkadaşlarımdan en sık duyduğum söz buydu. Yüzlerine karşı kırılmasınlar diye bir şey söyleyemezdim ama içten içe gıcık olurdum böyle konuşanlara. “Ne var yani, tek doğuran sen misin?” demek gelirdi içimden.

Çocuk cıyıltısından kafam tutardı resmen. Ağlayan zırlayan bebeğe asla tahammülüm yoktu. Hele o bez değiştirme olayı tam kâbusumdu. Boklu sidikli bez kokusunu duyduğumda kusardım.

“Anne olunca anlarsın” lafının tam manasıyla anlamını doğurunca anladım gerçekten.

İnsanın bütün dünyası nasıl değişiyormuş gördüm. Yapamam edemem dediğim her şeyi zevkle yapar hale geldim.

Gaz sancısı tutunca küçücük bir pırt yaptı mı diye kıçının dibini kokladım. Verdiğim her gaz damlasının tadına önce ben baktım, bebeğimden önce pırt pırt atan ben oldum!

Bu anne sütü nasıl bir şey acaba diye öldüm meraktan, sağdığım sütümden bir fincan içtim. Fena değilmiş tadı valla.

Biberon mamasına geçince tadım uzmanı olarak onu da denedim tabi. Ay bu bebekler neden deliriyor bu mama için anlamıyorum ki? Tatsız tuzsuz bir şey o mama ama seviyor işte veletler yapacak bişi yok.

Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim, anne sütü emerkenkiyle mamaya geçinceki çişinin tadı farklı! Evet valla farklı!

Emdiği zamanki çişi su gibi, tat tuz koku yok ama mama içerkenki çiş bildiğin çiş işte! Denedim baktım tadına ordan biliyorum. “Ay bu manyak!” demeyin duyarım ben!

Bekârken salladığım büyük lafların sınavını, bebeğim kabız olunca verdim. Keçi boku gibi minik minik çıkartınca ilaçtı, kuru kayısıydı, zeytinyağıydı ne dedilerse yaptım.

Parmak uçlarımla tek tek kıvamına baka baka kırdığı oyuncaktaki yuttuğu boncuğu çıkarttı mı diye baktım. Bokunda boncuk bulmak deyimini fiilen yaşadım yani.

Evlenmeden önce hoobaa eller havaya modundayken, evlenip çoluk çocuğa karışınca mütedeyyin ev hanımı takılanlara çok gülerdim. Fasıllı rakılı ınstagram fotolarından sonra paso bebek videosu koyanlara gıcık olurdum.

Eee yavrum bu kadar çok gıcık olursan Allah senin başına da verir! Dimi ama? Verdi de zaten…

Oğlum Kemal Ata’dan sonra Instagram paylaşımlarımın çoğu değişti. Onunla güldüğüm, eğlendiğim tatlı anları paylaşmayı seviyorum. Anı kalsın istiyorum, telefonlara güvenmiyorum çünkü. Bir de benim gibi teknoloji özürlüyseniz yanlış bir tuşla bütün videoları fotoğrafları silebilirsiniz. Yok anacım bilgisayara da yüklenemiyor! Ben beceremiyorum işte.

Dikkat ediyorum elbette paylaşımlarımda. Çocuğunun banyoda çırılçıplak yıkanırkenki hallerini herkese gösteren pedofilik manyaklardan değilim!

Onlardan da çok var etrafta, iyi bakın etrafınıza, konu komşunuza dikkat edin, neler paylaşıyorlar bakın!

Bakın görün ki ona göre davranın, çocuğunuza nasıl davranıyor gözlemleyin!

“Aman canım sen abartıyorsun, ne var sanki onda, sevmiş işte çocuğu hem onun da üç tane evladı var” diyenlere kulak asmayın! Uzak tutun çocuklarınızı böylelerinden!

 

Kendilerini sergileyenler, çocuklarını da sergilemekten çekinmezler!

 

Yeri gelmişken söyleyeyim, bir de böyle tipler en namuslu takılanlardır! Sözüm ona kocasından çok çekinen, kocaları da maço geçinenlerdir. Instagram hesaplarına falan sadece kadınları eklerler güya ama paylaşımlarını bir görseniz üühüüvvv….

Dediğim gibi ben de paylaşıyorum çocuğumun fotoğraflarını videolarını. Ancak %100 değil elbette. Hayata dair, gezip gördüğüm yerlere dair, okuduğum kitap, sosyal içerik, faydalı bilgiler vs vs…

Arada bir şöyle tipler çıkıyor, “ay koyma Kemal Ata’nın fotosunu nazar değecek!”

Değmez annem sen rahat ol! Ben pozitif düşünen biriyim, olumlu enerjiye inanırım hep. Duamı okumadan ne bir kaşık yemek veririm ne de uyuturum çocuğumu.

Çakralarını da açarım, negatif eterik kordonu da keserim rahat ol sen. Yeter ki asıl sen kem gözle bakma!

Çok için gidiyorsa kaldır totonu doğur sen de koy fotosunu ya da baktın ki hala rahatsız oluyorsun benim paylaşımlarımdan, çıkart beni listenden bu kadar basit!

En başta da dedim ya, ben de böyleydim eskiden. Böyle tepkiler verirdim. Anlıyorum o yüzden böyle diyenleri. Ama işte anne olunca gerçekten çok değişiyormuş her şey.

Mutluluğunu paylaşmak istiyorsun, senin güzel gördüğün gibi sevdiklerin de görsün istiyorsun.

Aylarca sabırla beklediğin bir tek “anne” deyişini zafer kazanmışcasına gururlanarak ilan etmek istiyorsun.

Ya da benim gibi boşanmış, çocuğuna tek başına bakan bir anne olarak destek görmek istiyorsun…

“Gelinin yaşı var sigara da içiyor, iyi çocuk doğurabilmiş!” diyenlere inat belki de göstermek istiyorumdur dünya güzelimi!

Sen anlamasan da, beni diğer anneler anlar be kardeş sen rahat ol….

Hayatımız sosyal medya zımbırtısından ibaret değil elbette. Orası hayatın filtreli kısmı!

Sabahın altısında başlayan maraton var benim önümde… Bütün gün koşturmaca ile geçen saatler… Hem iyi bir anne olmak zorundasın hem de evi çekip çevirmek…

Çocuğun en az iki çeşit yemeği, sirkeli suda bekletilmiş meyvesi, akşamdan mayalanmış ev yoğurdu, ara öğünü, yıkanıp çorabına kadar ütülenmiş kıyafetleri, evin temizliğini alışverişini yardımcım olmadan hepsini tek başıma yapıyorum ben.

Bütün bunları yaparken çocuğumla her dakika birlikte, güle oynaya yapmaya çalışıyorum.

Akşam saat onbirden sonra ayaklarımı uzatıp bir kahve içmeye fırsatım oluyor, o da yorgunluktan uyuyup kalmadıysam şayet! Yada bütün gün koşturmaktan yemek yemeği unuttunca karnımın guruldamasından acıktığımı anlıyorum ancak o saatte.

“Ne var canım boşanmasaymışsın! Havuzlu bahçeli villada rahat batmış” diyenlerin ağzının ortasına kürekle vurasım geliyor içimden!

Kimse kimsenin ne yaşadığını bilemez. Çok mutlu, huzurlu, sevgi saygı aşk dolu bir yuvayı el kadar bebekle bırakacak kadar delirmedim çok şükür!

“Ee madem sen istedin ayrılmayı ne halin varsa gör!” diyerek ellerini ovuşturarak karşıdan bakıp seyredenlere, en ufacık bir hatamı bulmak için aportta bekleyenlere inat, evimdeki huzurla taklalar atıyorum valla!

Bebeğimi emzirdiğim için beni İNEK diye çağıran yok, ulu önderimiz Atatürk’den esinlenerek çocuğuma gururla koyduğum adı beğenmeyip ağzını burnunu büzen yok, “çocuğu sen doğurmuş olabilirsin ama söz hakkı bizde” diyerek parasıyla üstünlük kurmaya çalışan ve buna seyirci kalanlar yok….

Kavga yok gürültü yok. Mutluluk var çokça huzur var Allah’a şükür.

Geçen gün çocuğu parka götürdüğümde beni çocuk bakıcısı sandı diğer bakıcılar! Bütün bebelerin yanında bakıcısı var haliyle, “İlaydaaa be ceraful” diyor Filipinli çekik gözlü.  

“Siz kaç yıldır bakıyorsunuz” dedi birisi, atlayıverecektim üstüne!

Evinde temizlikçisi, çocuğuna bakıcısı, parası gani olana hayat güzel tabi!

Ben bilmiyor muyum gezmeyi tozmayı eğlenmeyi? Alasını biliyorum elbette! Milyon tane arkadaşım var her gün arayıp soran, şuraya gidelim diye planlar yapan…

Ama işte benim gibi tek başına mücadele eden bir anne isen önceliklerin farklı oluyor. Özenle yapılmış makyaj, fönlü saçlar, şık kıyafetlerle çocuğumun elinden tutup gezmek istemez miyim ben de?

Siz rakı masasında kalamarınızı gömerken, benim gibi annelerin bunları yaşadığını bilemezsiniz elbette o yüzden kime nasıl laf söylediğinize bir daha düşünün derim!

 

 

Ben şimdi anne mi oldum?

ayaklar

İlk defa bir yazı yazarken bu kadar çok heyecanlandım. Kafamdakileri, duygularımı anlatmak gerçekten çok zor… Parmaklarımın yavaş çalışmasının bir sebebi uykusuzluk, diğeri de kulağımın “ağladı mı” diye tetikte oluşu. Sandalyeye kıçımın ucuyla oturuyorum çünkü her an yerimden fırlamaya hazır füze gibiyim. Çünkü ben bir anneyim artık!

Şaka gibi. Ben anne oldum ya! Hala inanamıyorum. Evlilik, çocuk bana ne kadar uzak şeylerdi oysaki. Ama şimdi kucağımda minnak bir oğlum var. Ve artık onunla ilgili maceralarımı yazmamın zamanı geldi…

 

Hay aksi bir sorun oluştu!…

Hamile olduğumu ilk öğrendiğimde şoke olmuştum. Bu duruma verdiğim ilk tepki de “Bu yaz rakı içemeyecek miyim!” sözüydü. Bir kadın normalde hamile olduğunu öğrendiğinde çok sevinir, havalara uçar falan dimi? Bendeki tepkiye bakın! Twitter ekranındaki “hay aksi bir sorun oluştu” cinsinden tepki yarattı bende hamilelik haberi.

Hayatımın şokunu hazmetmeye başlayınca artık hamilelik sendromuna “hoş geldin” demek icap etti doğal olarak. Hoplayıp zıplamalar, deli deli hareketler, kıçımı arı sokmuşçasına koşturmacalar bitti. Daha sakin davranmaya çabaladım.

Sağlıklı beslenmek en önemli yaşam felsefem oldu. Allahtan her şeyi yiyen, yemek ayırt etmeyen biriyim de zorlanmadım çok şükür. Hatta hayatım boyunca yapamadığım sağlıklı kahvaltıları bu dönemde yaptım. Simit poğaça çay devri bitti yani.

Ama her gün tartının üzerine çıkıp “kaç kilo aldım acaba” paranoyası 9 ay sürdü. İlk aylarda gayet normal giderken, yedinci aydan sonra bedenimdeki değişikliğe ve hızla aldığım kilolara artık müdahale edemez oldum ve tartılma seansları 15 güne çıktı. 49 kilo ile başladığım hamilelik maceram 69 kiloyla son buldu.

Tamı tamına 20 kilo aldım! Naim Süleymanoğlu’nun dişi versiyonu gibiydim vallahi! Hatta ondan bile daha şişman duruyordum! Ellerim, kollarım, bacaklarım bana ait değillerdi sanki. Ronaldo vari bacaklarıma, varil gibi göbeğime, boksör gibi kollarıma giyecek bir şey bulmak ise tam bir işkenceydi.

Şu siyah taytı bulandan Allah razı olsun, o olmasaydı 9 ay boyunca ne giyerdik acaba? Gardıroptaki 34 beden kıyafetlerime gözü yaşlı bakmışlığım çoktur…

Hatta bir keresinde “ne giycem ben” çıldırmacısıyla işi inada bindirip, siyah mini eteğimi kamyon tekerleğine dönen kıçımdan geçirmeye çalışırken caartt diye yırtılıverdi canım yepisyeni etekçiğim! Böylelikle diğer kıyafetlerimi de ziyan zebil etmemek için XXL beden yeni kıyafetler almamın zamanı geldiğini kabullendim.

Kıyafet işi hadi bir derece kolaydı ama asıl sorun ayakkabı! 36 numara olan minnak ayaklarıma 43 numara erkek terliği bile olmadı desem? 13 pontluk rengârenk stilettolarımı her seferinde inatla ayağıma geçirmeye çalıştığım doğrudur! “Belki bugün ödemim inmiştir” diye beyhude çabaladım aylarca…

Çorap desen zaten hiç giyemedim, kavanoz dibi gibi olan ayak bileklerime ancak erkek çorabı olabildi!

Normalde çok üşüyen ben, hamilelikte yandım yandım kavruldum yeminle! Haziran ortalarına doğru içimdeki yün fanilayı ve yatağımdaki elektrikli battaniyeyi çıkartabilen titrek anemiklerden olan ben, hamileliğimin denk geldiği kış döneminde ip askılılarla dolaştım. Zavallı kombi koca kış boyunca minimumdan üstününü göremedi.

Yattığım yerden kalkmak! İşte o anlarımı videoya alsam kesin tıklanma rekoru kırardı. Şimdi bir kaplumbağa düşünün, şöyle en babasından heybetlice. O kaplumbağanın kabuğunun üstüne ters döndüğünü düşünün, hah işte ben! Birinin yardımı olmadan asla yataktan kalkamıyordum. “Ben bu haldeyken deprem falan olmasın maazallah” diye dua ediyordum.

Hamileliğin en güzel tarafı içindeki varlığın hareketlerini hissetmek. Onunla konuşunca tepki vermesi dünyanın en güzel ve tuhaf olayı. Gerçi ben bu noktada da yine gariplikler yaşadım, zaten yaşamasaydım şaşardım! Üçüncü ayda midemde ve barsaklarımda garip hareketlenmeler hissettim. Sanki gazım varmış gibiydi. “Üşüttüm herhalde” deyip gaz giderici ilaç içtim.

Bir hafta falan böyle ilaç içmeye devam ettim ben ama içimdeki hareketlenme geçeceğine daha da çok arttı. Rezene içtim, ayağıma iki çift çorap giydim, üşütmeye bağlıdır diye ne bulduysam denedim ama yok arkadaş barsaklarım kımıl kımıl oynuyor! Sonra doktora kontrole gittik, “artık bebeğin hareketlerini hissetmeye başlamış olmalısınız” dedi doktor ve ben o an ne halt yediğimi anladım!

Benim gaz sancısı sanıp habire ilaç içtiğim şey meğerse bebişin hareketleriymiş iyi mi! Ah benim salak kafam ya! Sonra aldı mı beni bir korku. Ya ilaç içtiğim için bir şey olsuysa diye kendimi yedim günlerce. Doktora da utana sıkıla söyledim böyle yaptım ben diye, adamcağız kibarlığından bir şey demedi ama içinden kesin “mal bu kadın” demiştir!

Ondan sonraki dönemde her kontrole gittiğimde ultrason cihazı en yakın arkadaşım oldu. Bebişin her hareketini görmek, iyi olduğunu bilmek, parmaklarını saymak, kafasını ayaklarını kollarını ölçtürmek, geçen sefere göre boyu ne kadar uzamış kaç gram kilo almış hesapları yapmak en temel meşgalem oldu. Hatta işi abartıp eve bir ultrason cihazı almayı bile düşündüm.

Kiloydu, ne giyeceğim derdiydi falan bir yere kadar halloluyor ama şu hamilelik duygusallığı ayrı bir dert vallahi! Normalde katır inadı olan ben, duygusallığın yanından bile geçmezken hamileyken salya sümük ağlıyordum her şeye. İnsan yerde gördüğü karıncaya ağlar mı ya? Ben ağladım işte! Vay efendim bu karınca ya yolunu kaybettiyse, onun bebeleri de bekliyorsa, omzunda cüssesinden kat be kat ağır yük taşıyor da…. Bildiğin karıncaya oturdum höykürerek ağladım!

Haa bir de en önemli sıkıntı “çatlağım oldu mu?” korkusuydu! Aynanın karşısında saatlerce orama burama bakıp, elimle vücudumu karışlayıp kontrol etmişliğim çoktur. Yok bilmem ne yağı, yok şunun sapı, yok bunun püskülü, şu krem bu yağ derken sabahtan akşama kadar güreşe hazır Kırkpınar pehlivanları gibi dolaştım evin içinde. Allaha çok şükür milim çatlak olmadı! Bu arada o kremlerin yağların hiçbir fonksiyonu yok, önemli olan genetik miras anacım!

İnsanın huyunu suyunu değiştiriyor bu hormonlar. Sen, senlikten çıkıyorsun içine başka biri giriyor yeminle. Normal zamanda kızacağın şeye kızmıyorsun, kızmayacağın şeye tepe tüyün kalkıyor, ağlamayacağın şeye ağlıyorsun. Garip bir durum yani, yarı delilik gibi bir şey işte… Delirmemek mümkün mü ayrıca, limondan karpuz çıkıyor kolay mı?!

 

Ay ben nasıl doğurcam bunu?!

Öyle böyle derken geçti gitti koskoca 9 ay. Ve zurnanın zırt dediği yer geldi çattı! Doğum zamanı gelince sakinliğimi korumaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Ödüm kopuyordu çünkü. Eğer öyle bir seçenek varsa şayet, doğurmaktansa sonsuza kadar içimde tutabilirdim ben bu çocuğu! Ama tabii ki öyle bir seçenek yok, el mecbur doğuracaktım. Ama nasıl?

İşte bu noktada evren sesimi duydu da bana torpil geçti! Benim gibi her şeyi enteresan bir kadının çocuğu da enteresan olur yani! Bebişim de benim gibi inat olduğundan zaten 9 ay boyunca doğru düzgün yüzünü göstermemişti, şimdi de doğum zamanı gelmesine rağmen normal doğum pozisyonunu almadı. Kafası hala yukardaydı yani. Bu durumda normal doğum yapamayacağımdan mecburen sezaryen yapmak durumundaydım. Ama gel gör ki ben ondan da korkuyordum!

Genel anestezi ile uyuyup ya uyanamazsam, oksijen vermeyi unuturlar da ölür kalırsam masada, evladım ben ölürken doğarsa, doğar doğmaz anasız kalırsa, ya anesteziden ayılırken kusarsam, saçma sapan şeyler söyleyip küfür falan edersem rezil olursam tüm sülaleye!

Allahım bu ne bitmek tükenmek bilmeyen bir ikilem ya! Ay ben ne yapacağım şimdi? Nasıl doğurcam bu çocuğu? Çok korkuyorum ya çok hem de…

Neyse ki tıp ilerlemiş anacım! “Belden aşağı uyuşturdular beni, hem acı hissetmedim hem de bebeğin doğuşunu gördüm” dedi bir arkadaşım, tamam dedim işte benim yöntem bu! Kontrol manyaklığı var ya bende, göreceğim bileceğim her şeyi ya, bu yöntem uydu bana. Zaten başka seçenek de yoktu!

Doğum yapacağım gün ölüyordum heyecandan. Daha doğrusu korkudan! Eğer izin verseler bir şişe viskiyi dikecektim kafama, o derece yani. İzin vermediler tabi!

Ben de heyecanımı yenmek için kendimce yöntemler geliştirdim, kuaföre gittim. Saç, makyaj, fön Allah ne verdiyse süslendim püslendim. Sanki doğuma değil de düğüne gidermiş gibi hazırlandım gittim hastaneye.

Yolda giderken de çantamdaki küçük not defterine vasiyetnamemi yazdım! Ölür kalırsam evladıma iki çift lafım olsun, anama babama kardeşime özür filan dileyeyim bari dedim.

Ölmedim çok şükür, o yazdıklarımı da kimseye vermedim. Sonradan millet okuyup da “ne salakmış bu” demesinler bari diye yırttım attım.

Vardık hastaneye, çıktık odaya. Hemşireler geldi, önce bir iğne yaptılar bana sonra ameliyat elbisesi giydirdiler. Sanırım sakinleştirici gibi bir şey yapmış olmalılar çünkü ben hafiften şehla olmaya başladım.

Üstümdeki elbiseyi çok beğenip, etek uçlarından tutarak laayy lay laay diye Polyanna gibi odada seke seke dolaşmaya başladım. Allahtan kardeşim hemen yetişti de topladı beni!

O kâğıttan bozma elbise vari şey bildiğin önlükmüş ve arkası yokmuş! Ben kıç baş ortada sekip duruyormuşum ortada! Beni aldı mı bir gülme! Durduramıyorum kendimi ama, deli gibi gülüyorum her şeye. Sinirlerim gevşedi iyice.

Sonra bir anda odaya bir sürü görevli geldi, dediler “vakit tamam gidiyoruz”! Haydi Abbas vakit tamam!… Ahan daaa sıçtık….

Yattığım yatakla odadan çıkarttılar, asansöre doğru götürdüler. O ana kadar gülen kıkırdayan ben, asansöre bindiğim anda ağlamaya başladım. Zangır zangır titriyorum korkudan!

Ameliyathaneden önce hasta bekleme odası gibi bir yere aldılar beni. Bir ara baktım ki yalnızım, kimse yok etrafta, yataktan inip kaçmaya çalıştım. Sonradan aklıma geldi ki benim kıçım açık! Bu halde de kaçılmaz ki!

Girdik ameliyathaneye, beni cenin pozisyonunda oturtup omuriliğimden iğne yaptılar. O anda bildiğim ne kadar dua varsa, kuantum evren melekler çakra geçmiş şifası bilumum enerjileri yolladım kendime. Hatta Kunut Duasını yarısına kadar hatırlayan ben, o anda şakır şakır okudum valla!

Öküzü bile bayıltan cinsten yaptıkları iğneye rağmen korkudan ve heyecandan “ben uyuşmadım” diye yıktım ortalığı. “Ayaklarını oynat bakalım” diyince doktor bir halt edemediğimi fark ettim. Bildiğin felç olmuştum ya! Bacaklarım ayaklarım yoktular! Hissetmiyordum hiçbir şey…

Üzerimdeki önlükten bozma elbiseyi caartt diye yırttılar ve etek ucundan tutup kaldırarak baş hizamda paravan vari bir şekilde örttüler. Aman Allahım bütün vücudum anadan üryan halde masada mı yatıyor şimdi?!!!

Bildiğin hamamda göbek taşına yatmış gibi hissediyorum kendimi! Ama orada bile üstünde peştamal olur insanın! Çırılçıplağım ya bildiğin çıplak halde yatıyorum orada! Tamam anladık bacaklarımı hissetmiyor olabilirim ama şuurum açık yani, görüyorum her şeyi!

Bunu bana hiç kimse söylememişti, böyle Hacı Şakir kalıp sabunu gibi yatacaksın 10 kişinin önünde dememişti kimse! Çok utanıyorum ya! Allah vere de gözümden kaçan kılım tüyüm kalmamış olsa bari!

Amaann neyse ne yaa, beni burda canlı canlı kesecekler benim düşündüğüm şeye bak! Hem doktora ayıp olmaz derler dimi?

“Evet başlıyoruz” dediklerinde içime bi serinlik geldi, gözlerimde karartı oluştu. “Aha ölüyorum işte! Münker ve Nekir melekleri şimdi gelecek, sıçtın kızım” dedim. Hâlbuki tansiyonum düşmüş sadece!

Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden akacak diye beklerken ben vııyaakkk vıyaakkk diye bir ses geldi!

Maviş gözlü ponçik bakışlı sarı pipili bir oğlancık getirdiler yanıma… O bana baktı, ben ona… O ağladı, ben ağladım… Öptüm yanağından usulca…

Bu benim mi şimdi? Ben anne mi oldum şimdi?…

 

Devamı gelecek…

Benim minnak oğluşumla ilk tanışmamız ve sonrasında yaşadıklarımı okumanız için azcık sabır 🙂

 

 

 

 

 

Aşkların en güzeli

yağmur

Geçen gün yolda yürürken karşıdan gelen yaşlı bir çifte gözüm takıldı. Muhtemelen 80 küsurlu yaşlarda şirin mi şirin tontonlar… El ele tutuşmuş yürüyorlardı. Konuşurken durup, birbirlerinin gözlerine bakarak dinliyorlardı. Güldüklerinde gözlerinin içi gülüyordu. Yüzlerindeki derin kırışıklıkların ayrı hatırası var gibiydi…

Hayran kaldım bu tontonlara. Birbirlerine duydukları sevgi çok netti. Besledikleri aşk hissediliyordu dışarıdan. Ve içten içe de imrendim açıkçası. Kıskandım bu sevgiyi belki de… Hani eski aşklar derler ya, öyleydi bu tontonlar.

Aşkın eski mi olur derseniz, evet olur! Aşkı nasıl hissettiğin değil, nasıl yaşadığın anlamlı kılar. Nedense fast food gibi hızlı tüketir olduk aşkı. Gördün, tanıdın, yaşadın ve bitti! Sonra hoop gelsin yenisi! Bu mudur yani aşk? Bu kadar kolay mıdır?

Okul zamanlarımızda sınıftaki askılara, hoşlandığımız çocuğun (hoşlanmak vardı o zamanlar) paltosunun üstüne asardık kendimizinkini. Onun kokusunu içimize çekmek diye bir şey vardı çünkü…

Teneffüste bahçede karşılaşmak için can atardık. Yanımızdan geçerken gözlerimizin içine bakması bile yeterliydi…

Öyle buluşmak, birlikte bir yerlere gitmek falan neerdee… En fazla, sınıfla birlikte pikniğe gidersin, o da annen izin verirse tabi! Oynadıkları top güümm diye senin masana gelir, dağıtır tüm sofrayı ama sen mutlu olursun. Niye; çünkü topu almaya o gelmiştir! Senin için gelmiştir ya gerisi önemli değildir…

Senin için…

Konuşmadan, oracıkta öyle bakışabilmek bile mutluluk vermiştir ya başka bir şey istemezsin. Neticede konuşmak sadece sözle olmaz ki. Gözlerle de pek ala konuşulabilir…

Özlediğini de kızdığını da anlarsın gözlerinden. Bir bakışla çok şey anlatırsın. Kirpiklerinin sayısını ezberlemişsindir ya, gözlerine nasıl baktığını o düşünsün artık…

Kimseler görmesin istersin gözlerinizin buluştuğunu… Baş başa bir yere gitmek mümkün değildir o eski aşklarda. İlla arkadaşlarla topluca gidilecek her yere.

Nereye gittiğinin de bir önemi yoktur aslında, o varsa sen mutlusundur. Yan yana da oturamazsın, kimseler bilmesin anlamasın dersin. Sen bir köşede, o başka bir köşede oturursunuz öylece…

Kalabalık içinde bile onun sesini ayırt edersin. Şen kahkahasını duyarsın o uğultuda, dudaklarında müstehzi bir gülümseme oluşur. O keyifliyse, sen de keyiflisindir…

Yan yana oturamasan bile aynı mekânda olmanın sevinci vardır içinde. Aynı şeyleri yiyip içmek bile mutlu eder. Duvardaki aynadan, çaktırmadan buluşur gözleriniz.

Bilirsin ki senin için gelmiştir oraya. Yağmurlu bir akşamdı ama içimiz sıcacıktı dersin…

Eskileri eksilttiğimizden midir içimizdeki bu boşluk? Yoksa zamane aşklarının tatsızlığından mıdır eskiye bu özlem?…………………….

Amerikalı…

image

Niye yalnızım ben?

Kendimi çok sorgularım bu konuda.

Acımasızca da eleştiririm kendimi. Hayatıma giren ya da girmeye çalışan her insanın, bana aslında bir yaşam dersi vermeye çalıştıklarını artık anladım. Paratoner gibiyim bütün malları çekiyorum derdim ve öyle de olurdu. Niye, çünkü o olumsuz enerjiyi gönderiyordum ve hep öyle arıza tipler geliyordu bana. Bunun farkına vardım artık ve pozitif olumlamalar yapıyorum bundan böyle. Nasıl insanlar istiyorsam onu düşünüyorum. Dost, arkadaş, sevgili ya da iş olarak fark etmez her anlamda bu. Çok şükür ki başarılı da oluyorum. Çevremdeki dost kılıklı düşmanları temizledim. Safça derdimi anlattığım, sırrımı paylaştığım, güvenip de sırtımı dayadığım insanların aslında aportta bekleyen vampirler olduklarını görmem uzun sürmedi. Bir baktım aaa o da nee?? Aslında çok az gerçek dostum varmış!! Giden defolsun gitsin kalan sağlar benimdir dedim ben de. Kafam rahat şimdi.

Gerzekler...

Sevgili adayı olarak gördüğüm gerzekler (gerçekten gerzek olanlar için bu tabir) için de durum aynı aslında. Kazık yiye yiye yoğurda vantilatör tutar hale geldim o derece yani! Daha bir cümleye başlarken, arkasından ne geleceğini tahmin edebiliyorum artık. Giriş-gelişme-sonuç üçlemesinin giriş kısmına takılıp kalıyorum o ayrı mevzu tabi. Çünkü o kadar kötü tecrübe var ki duygusal hayatımda, artık ilk ofsaylık harekette gelişine rövataşa çakabiliyorum!! Tahammülsüzüm. Saçma salak şeylere susamıyorum. Alttan alma olayı yok bende. Aptalı oynamayı beceremiyorum belki de. İnsanca davrandığım için aynı karşılığı bekliyorum hepsi bu. Bunu dediğinde ben de şunu söylerim gibi matematiksel hesaplamalar olmaz benim beynimde. Neysem oyumdur işte. Dürüstlük, saygı ve sevgi be hepsi bu kadar basit! Beklentilerim uç noktada değil yani. Bana göre gayet normal olan bu düşüncelerim, annemin tabiriyle “sen ağzını ayırmaya devam et!” diye eleştiriliyor ama olsun.. Buyum işte ben napiim.

Saygı ve ince düşünceli olmak benim için rakıyla buz gibidir. Biri olmazsa diğeri ağlar. Balyajlı AVM zillilerin listesindeki gibi değildir benim “Sevgilide Aranacak Özellikler” kriterlerim! . Öyle cooncconn tiplere ayar olurum zaten. Gömleğinin düğmelerini göbeğine kadar açan, kıllı göğsünü sergileyen, ağzında köfte varmışcasına yayvan yayvan konuşanlara, elinde baba parasıyla alınan son model cep telefonuna yapışan ergen tiplere dalasım gelir. Hoobaa eller havada eğlenelim coşalım yiyelim içelim gerisini boşver modunda clubberr züppeleri bana gelmez!

Amaaa ne kadar temkinli davransan da illa ki yanılırsın!! Dış görünüş aldatır bazen! Epeyy uzunca bir süredir hayatıma girmeye çalışan biri vardı. Adına Amerikalı diyeceğim ben O’nun. Bu Amerikalı’yla maceramız çookk eskidir.. Teferruatı boşverelim şimdi.. Neyse.. Her zaman ayrı yerlerde, ayrı mekanlarda, ayrı şehirlerde hatta ayrı kıtalarda olduk.. Tamamen tesadüf eseri tanıştık diyelim. Sanal alemde değil bee hemen aklına o gelmesin!! (Çok acayip düşünce okurum bilesin!) Tanıştık.. Görüştük.. Konuştuk.. blaa blaa blaa….Ama nedense adamla hiçbir zaman sevgili olarak bir araya gelemiyoruz! Oysaki tam benim istediğim bir tip! Yakışıklı! Hem de feciii yakışıklı! Adonisleri 100 metre öteden buradayım diyor! O derece yani!!! Sarışın, mavi gözlü. Türkiye’deki en iyi üniversiteden mezun, Amerika’da master yapmış (o yüzden Amerikalı diyorum). Kendi şirketi var ki süper bir iş yapıyor, paraya para demiyor! Ticaretle uğraşıyor. Her alanda sohbet edebileceğim, her konuda fikir sahibi, acayip modern, kültür abidesi 3 dil bilen biri.. Koluna tak dünyayı gez o modda biri yani! Görünce hatunların dibinin düşeceği cinsten.. Neysse.. Gel zaman git zaman, bir şekilde yollarımız kesişti bu Amerikalıyla. Dedik ki, “bu kadar olumsuzluğa rağmen buluşuyorsak eğer bu bir kader!” Yok anacım kader mader değil! Kaderini insanlar kendi çizer!! (Bu da dipnot olsun bari)

Amerikalı haftalarca aradı sordu. İlla buluşalım diye. İyi dedim, buluşalım. Yoğun iş tempomuz nedeniyle haftalarca ertelendi bu buluşma.. İkimiz için de uygun bir zamanda buluşmaya karar verdik. Beni iş yerimden alacaktı.

Ve o gün geldi….

Ben giyindim, süslendim şık şıkırdım iki dirhem bir çekirdek.. Saat 19:00’da alacaktı beni sözde.. Saat 19:45’de kapıda daaaaaaatttt diye kornaya basan bir tip!!!!! Hadi dedim neyyseee trafikte geç kalmış olabilir, normaldir.  Arabaya bindim, bi sinir bi asabiyet bunda anlatamam.. Sanki bütün İstanbul trafiği buna nişan almış! Sayıp sövmeler, küfürler havada uçuşuyor!!! O derece yani… Gerildim.. Belli etmemeye çalıştım..Bildiğin trafik canavarıymış adam, makas atmalar, emniyet şeridinden gitmeler, hız ihlali vs vs.. Kemer takma huyu zaten yok! O biiipp biipp öten ses beynimi deldi resmen.. Gerildikçe gerildim..Kafamda o an felaket senaryoları yazmaya başladım. Biz şimdi kaza geçireceğiz, kamyona çarpacağız bu salak yüzünden, annem babam kahrından ölecek!!! Tööbee estafurullaahh dedim dua okudum içimden… Çok korktum ama belli etmemeye çalıştım. Neyyssee..

Nereye gidiyoruz dedim. Yemek yemeğe gidiyoruz dedi. Sandım ki plan yapmış! İnsan bi rezervasyon yapar dimi! O kadar zamandır beni yemeğe çıkarmak için ikna etmeye çalışıyorsun! Nereye gidiyoruz dedim yine, “hamburger yer miyiz?” dedi!!! Yok devenin nalı dedim içimden! Yookk artık dedim kibarlıktan.. Kime kibarlık ediyorsam…. Hayatta hamburger yiyen bir tip değilimdir. Yağlı yağlı patatesler, vıcık vıcık mayonez.. Ellerim çenem batacak o koca şeyi yerken.. Üstüm başım leşş gibi yağ soğan kokacak.. Hem sevsem bile ilk buluşmada hamburgerciye mi gidilir? Anladım ki bu mal plan falan yapmamış, beni gerçekten hamburgerciye götürmeye niyetli. Bi de üstüne kola içer geğirir orda kesin bak!! “Ben gitmem hamburgerciye falan! Adam gibi doğru düzgün bir yere gidelim!” dedim çok kesin bir tavırla, sesini çıkaramadı. Gidene kadar hiç konuşmadık. On tane yerin önünden geçtik, beğenemedi.

Yok burası çok pahalı, yok burada valeye para mı kaptırılırmış beynimi yedi.. Nihayet girdik bir yere. Valeyle kavga etmesini anlatmıyorum bile! “Arabamı çizersen senin beynini dağıtırım!” dedi çocuğa yaa öküz!!! Daha o anda bu salağın yanında olmaktan utandım resmen. Masa beğenemedi!! Yok rezervasyon ayağına doluyuz diyorlarmış, yok orası çok köşeymiş, yok burası ayakaltıymış… Bana yavaştan gelmeye başladılar zaten.. Oturduk en sonunda bir masaya. Ellerimi yıkamak için lavaboya gittim, döndüğümde burnunu karıştırıyordu çaktırmadan!!! Allahım neyle sınıyorsun sen beni dedim içimden.. “Lavaboya gideceksen şu tarafta” dedim kibarca, anlasın diye öküz!!  “Yoo çişim yok” dedi!! İştah miştah kalmadı zaten bende. Menüyü aldı eline “oohaa buna bu kadar para verilir mi bee!” dedi.. Her yemeğe bir kulp buldu. Garsonu çağırdı, hafiften azarlar gibi kaba kaba konuştu.. Masaya getirilen atıştırmalıkları ağzını şapırdata şapırdata yedi bi güzel.. Sanki gergedan yemişcesine 3 kürdanla karıştırdı dişlerini. Yetmedi diliyle şııllkk şıılltt yapa yapa dişini temizledi!!!! Nefesimi tutmuş izliyorum karşımdaki hayvanı!! Bir şey söylese beynini delcem o derece sinirliyim.. Arka masamızdaki kız muhtemelen tuvalete kalktı, yanımızdan geçerken Amerikalı dikti gözünü hatunun kalçalarına!! Gözünü ayırmadan bakıyo!!!

Eeehh yetti bee dedim…Sayıyla mı verdiler seni bana be.. Kalktım yerimden bi hışımla. 10 lira bıraktım masaya, ablak ablak bakıyo bu yüzüme “su içtim, ödersin pinti herif” dedim ve çıktım!!

Sevgili adayında aranacak kriterler!

Sevgili adayında aranacak kriterlere yenilerine ekledim kısacası. Önce yemeğe çıkmalıyım bu kesin. Eğitimmiş, işmiş, paraymış pulmuş zerre kadar umurumda değil. Önceliklerimin ilk sıralarında değil yani. Plan yapıyor mu, kibar mı, cimri mi, garsona valeye nasıl davranıyor.. İnsan içinde rezil etmesin yeter. Karı kızı dikizliyor mu, içinde nasıl bir hayvan var yedirmeden içirmeden anlayamazsın fındık beyinli Zoi!!! Ayy aklıma geldikçe hala sinirleniyorum yaaa.. Adam ellerini yıkamadı bee ııyyhh..

İki tokat çakaydım içim soğurdu en azından…